1 Nisan 2008 Salı

Radyo programı

Şule'ye bir önceki gönderide yazdığım yanıtta "Radyo programlarında söylendiği gibi söylemek isterim, hafta içi her gün buradayım" demiştim ya. Aşağıdaki yazı oradan düştü aklıma.

Yıl 1994. Radyo furyası başlamış. Neredeyse "iki kalas bir heves" radyolar kuruluyor. Maliyetler elbette kalastan yüksek ama hani on-on beş arkadaş bir araya gelseniz, paraları birleştirseniz bir radyo kurabilirsiniz.

Okulum o zamanki adıyla Basın Yayın, tam benim mezun olduğum yıl İletişim fakültesi oldu adı. Son sene kısa bir TRT maceram olmuş. Biraz film montajı öğrenmişim, TRT'nin açtığı sınavı kazanıp montajcı kadrosuyla girecekken tam kapıdan dönmüşüm. Velhasıl benim alanım aslında radyodan ziyade televizyon. Yine de meslek meslektir, radyoculuk yapamaz mıyım? Yaparım.

Bir arkadaşın arkadaşı, arkadaşlarıyla beraber bir radyo kurmuş. "Git bir görüş istersen," diyor.

Gidiyorum ve ertesi gün işe başlıyorum. Ankara'da önce Kırkkonaklar'da, sonra İlker'in tepelerinde bir gecekonduda. Mikrofon önünde, arkasında... Dinleyici telefonları başında. Damda hatta: Isınıp arızalanan vericinin yanında.

Hepimiz her şeyi yapıyoruz. Herkes bir ucundan tutuyor işin. Kolunda serumla yayın yapan iki genç bile gördüm ben o radyoda yahu.

Her gün ayrı bir macera. "Siz orada komünistlik yapıyorsunuz, çıkarmam tepeye sizi" diyen minibüs şoförleri yüzünden nefes nefese çıktığımız yokuşlar. Kar yüzünden çıkamadığımız yokuşu bir dağcı gayreti ile çıkmaya çalışırken tam da o anda takılacağı tutup 45 dakika "Bir dalda iki kiraz" dinleten cd'ler. Tam 45 dakika bu cümleyi dinlemekte inat eden dinleyiciler. "Sesiniz kesildi. Kapattılar mı yoksa?" diye kapıya gelenler. Ağlayarak "Sessizdik, sesimiz oldunuz," diyenler. Maltepe pazarında "Radyo Arkadaş'ı çeken radyo" arayan dede. Gecenin bir vakti, "Karnım acıktı," diyen arkadaşımızın kapıda yemek hazırlayıp getirmiş bir aileyi buluvermesi...

Gelenler oluyor, bir süre çalışıp ayrılanlar, kalanlar. Tekrar geri dönenler. Dinleyicilerden de aramıza yayıncı olarak katılanlar oluyor.

Üç yıl sürüyor bu macera. Sonra para kazanmak gerekiyor yaşamak için ve radyo kapanıyor.

Yaptığım en güzel işti orada çalışmak. Para kazandım mı? Hayır. Ama insanlara bir şeyler verebildiğimi gerçekten de hissettiğim tek yerdi işte.

Ne çok insan tanıdım orada. Ne çok dostum oldu. Tevfik, Yalçın, Yıldız, Tamer, Alper, Murat, Mehtap, Ayten, Ali Yıldız, Evrim, Zeynep, Mestan, Cem, bir Cem daha, Metin, kavga ede ede program yaptığımız Doğan... Daha pek çok kişi.

Orası Radyo Arkadaş işte. Ve eminim orada bir zaman geçirmiş herkes hani o filmlerde olduğu gibi birinin ortaya çıkıp kendilerine "Ekibi topluyoruz," demesini arada sırada da olsa hayal ediyordur benim gibi.

Aşağıdaki yazı Radyo Arkadaş'ta Perşembe öğleden sonraları saat 16.00'da yaptığım "Çay Saati" adlı programın bir bölümü.

Buraya bir radyo program metni koymak biraz komik olacak gerçi hele de az söz ve çok müzik varken içinde. Hem bakıyorum da o kadar da başarılı değilmiş yazdıklarım. Ama ben o eski güzel günlerin hatırına yayınlamak istedim.

Ve olur da bloga yolu düşen bir Radyo Arkadaş dinleyicisi ya da çalışanı... Olur da yolu düşerse bir gün buraya, ona seslenmek istedim:

"88.4! Biz Arkadaşız"

Hala!

Çay Saati
Bölüm 1


1 SES: Şimdi yoğun bir işgününün sonlarına doğru yaklaşıyorsunuz. Herkesin yaptığı işlerle kafası dolu, kolu yorgun. Günün en çekilmez saatleri bunlar... Söylemeye ne gerek var, herkes biliyor: Torna tezgahında çalışanın parmakları kıvrılmış artık. Çıraklar yoğun koşturmacadan bitkin düşmüş, göze görünmeden biraz dinlenebilecekleri bir köşe arıyor. Sabahtan beri çamaşırları bitiremeyen Leyla Abla, şimdi, kara kara “akşama ne yapsam” diye düşünüyor... Tüm dairelerdeki memurlara öğleden sonranın ağırlığı çökmüş... İşsizlerin durumu daha da kötü: İş aramaktan yorulmuşlar...

FON

Şu anda beni dinleyen güzel, iyi, çalışkan insanlar: Eminim akşamın olmasını dört gözle bekliyorsunuz. Günlük koşturmacanın içinde kendinize ayırabildiğiniz saatler yalnızca akşam yemeğinin sonrası çünkü. Ama beni dinlerseniz derim ki: Biz insanız, yorgunluğun yarattığı gergin ruh halini dindirmek için ve en önemlisi artık unuttuğumuz bir şey: birbirimize gülümseyebilmemiz için zamana ihtiyacımız var... Gülümsemek, rahatlamak, iki çift laf; sinirlenmeden, hoşsohbetle söyleşmek, bizim hakkımız... Bir kahkaha, bir dostun sırtımızı sıvazlaması, konuşmak ve dinlemek... Bir bardak çay, bir sigara içimi... bizim hakkımız!

FON

Şimdi sen kardeşim; Köşem süpermarketin dinlenebilmek için kuytu bir köşe arayan çırağı: O köşene iyice saklan tamam mı? Sonra radyonun sesini biraz kıs, seni bulamasınlar.

Leyla abla, çamaşırları boş ver. Akşama bir salata yaparsın, bir de makarna.

Fatma: Kabak dolması yapma! Kıymalı kabak da aynı şey işte.

Memurlar; sizi 45 dakikalığına itaatsizliğe davet ediyorum. Kapatın bilgisayarları, daktiloları, vezneleri...

Ve işsiz arkadaşım, sen de sesimi bir kahvenin yanından geçerken duyduysan eğer, senin gibi insanlar vardır o kahvede. Yanlarına otur, bi çay söyle... Söz, yarın bulacaksın aradığın işi. Bir 45 dakikacık ara ver iş aramalarına: Çay Saatine hoş geldin!
1 MÜZİK: KAYAHAN- BEKLE GÜLÜM

2 SES: Bekleyin dostlar, bekleyin hayat bir gün bize de gülecek. Gülmese de güldürmenin bir yolunu bulacağız haspanın yüzünü. Çünkü dünyanın en güzel şairlerinden birinin; Ritsos ustanın şarkısı bizim de söylediğimiz şarkıdır: Çünkü insanları birbirine düşman etmek için değil, ayırmak için değil kardeşi kardeşten; insanları birleştirmek içindir şarkımız...
Ve ben de hala Ritsos usta gibi inanıyorum. “Bir gün”, bir gün öğreneceğiz konuşmayı... Tatlı tatlı ve yalın konuşmayı... Birbirimizin yüzüne önyargısız, kardeşçe bakmayı da öğreneceğiz. Birlikte çalışmayı da, gülüşmeyi de, yürümeyi, ağlamayı ve paylaşmayı da öğreneceğiz.
“Çünkü insanları birbirinden ayırmak için değil kardeşim
İnsanları birleştirmek içindir şarkımız”
2 MÜZİK: TINI-LAVİNYA
2 SES: Biliyorum, günün en sıkıcı saatleri bunlar... Ankara, sen bilirsin ama bence yine de yanımda kal!

3 SES: Hüzünlü bir aşk öyküsüydü anlatılan... Özdemir Asaf’ın şiiri: Lavinya... Ama ben artık hüzünlü aşklardan biktim. Artık sonu iyi biten öyküler istiyorum. Giriş- gelişme kısmı nasıl olursa olsun ama sonu iyi bitsin artık öykülerin... Aşkların da. Kerem Aslı’yı alsın, Mecnun Leyla’yla evlensin, beş çocuk yapsınlar, çocuklar sınıflarını hep pekiyiyle geçsin...
Sevmeyi bir paranoyaya dönüştürmeyelim artık, ağlamaklı sohbetlere konu etmeyelim. Sevmeyi, insan gibi sevmeyi becerelim artık.
3 MÜZİK: ESİN AFŞAR- ARABESK’E İNAT

4 SES: Ya da daha neşeli olsun sevmek... Yaşamın motor gücü, enerjisi... Daha da neşeli bir şarkıya konu olsun. “Kiraz Mevsimi” olsun “Sevişme vakti”nden söz etsin Sait Faik de gelsin yanında.
4 MÜZİK: EZGİNİN GÜNLÜĞÜ- ŞİMDİ SEVİŞME VAKTİ

5 SES: Umarım sohbet de, yudumladığınız çaylar kadar zevk veriyordur size: Benden tavsiye ne yardan vazgeçin, ne serden, ne çay içip tembellik yapmaktan vazgeçin, ne Çay Saati’nden.
5 MÜZİK: Nükhet Duru- Çay

6 SES: Leyla ablam, nasılsın? Eğleniyor musun? Hadi devam öyleyse. İşte sana en cıvıl cıvılından bir türkü, eskilerden bir türkü ama yenilerden birileri söylüyor. Telgrafın tellerine kuşları konduruyor, sevileni de sevene yandırıyor.
6 MÜZİK: Yeni Türkü- Telgrafın Tellerine
6 Ses: Ha, bu arada çamaşırlardan şimdilik de olsa vazgeçtiğine çok sevindim.

7 SES: Fazla mı hareketlendik birden... Olsun, durulmayı, ağırbaşlı, ciddi laflar etmeyi de biliriz. Hem de en güzel tarafından, şiir tarafından: İstanbul’u dinleriz uzakta da olsa... Gözlerimizi de kapatırız bu saate zor da olsa...
7 MÜZİK: Zülfü Livaneli- İstanbul’u Dinliyorum

8 SES: Kırk beş dakika bitti dostlar. Bu kırk beş dakikalığına yarattığımız kısa özgürlük düşü de bitti. Yine işler var yapılacak...

Sevgili küçük çırak, siparişler birikti. Yetiştirmen gerekenler daha da çoğaldı. Biraz fazla mı zaman çaldım senden. Özür dilerim.

Leyla Abla, Hani diyorum ki patatesleri soymaya başlasan fena olmayacak.

İşsiz arkadaşım, bu saatten sonra kolay kolay çıkmaz aradığın iş... Dön evine.

Hadi bakalım evli evine, köylü köyüne... İşimizin başına dönmenin zamanı geldi. Zaten ben de yukarıya çıkıp yeni bir şeyler yazmalıyım yarınki program için.

Ama durun. Vicdan azabı çekmeyin kambur felekten çaldığınız kırk beş dakika için: “Oh olsun sana gözü çıkasıca”yı patlatın kör gözüne. İyi yaptınız kırk beş dakikalık bile olsa beni hayatınıza ortak etmekle: Çünkü biz insanız. Ara sıra da olsa hatırlayın, herkes hatırlasın: Biz insanız, yorgunluğun yarattığı gergin ruh halini dindirmek için ve en önemlisi artık unuttuğumuz bir şey: birbirimize gülümseyebilmemiz için zamana ihtiyacımız var... Gülümsemek, rahatlamak, iki çift laf; sinirlenmeden, hoşsohbetle söyleşmek, bizim hakkımız...

Bir kahkaha, bir dostun sırtımızı sıvazlaması, konuşmak ve dinlemek... Bir bardak çay, bir sigara içimi... Bizim hakkımız!
8 MÜZİK: Grup Yorum: Güleycan
8 SES: Hoşçakalın: Dostçakalın.

6 yorum:

elektra dedi ki...

:) bir de şunu hatırladım sen yazınca. istanbul'dan ankara'ya geldiğimizde,- genelde mavi trenle gelirdik ve sabah varırdık ya- seni evde bulamazdık tabii. sen sabah programı için stüdyoda olurdun, ben yeğenimi severken radyoda seni dinlerdim ve yüzünü görmeden önce sesinle merhabalardın beni, bir de şarkı yollardın merhaba niyetine:)

şule dedi ki...

ama ama, bitmeseydi keske...okuyunca 45 dk surmuyor dogal olarak :) arada sarkilarin hepsini icimden gecirdim aslinda ama butunuyle degil tabi..
arzucum canim, iyi ki varsin yahu :)

EKMEKÇİKIZ dedi ki...

Arzu, oturup böyle uzun uzun metin mi yazılır, hep?
Çok cahilmişim! Eh, iyi kötü bir malzeme olur elde tabii ki, ama, radyo ya, konuşa konuşa geçer zaman sanırdım.
Vay vay...
:))

Arzu Çur dedi ki...

Elektracım, evet ya. Grup Gündoğarken'den "Ankara'dan Abim Gelmiş"i çalardım bi ara sana merhaba niyetine. "Elalemin abisi Ankara'dan geliyosa, benim kardeşim de İstanbul'dan geliyo" derdim. O gün eve erken dönerdim.

Gece radyoyu arayıp istek yapardık dinleyici taklidiyle, onu da anımsıyor musun? Ya benim kekeme dinleyici taklidimi? On beş dakika boyunca beni kırmadan benden istediğim şarkıyı öğrenmeye çalışan iyiniyetli gececi arkadaşları?:)

Radyom geldi benim be.

Arzu Çur dedi ki...

Şulecim, arada yine yayınlarım yav. Sen iste yeter:)Çay Saati'nin metinlerini saklamışım, var birkaç tane daha elimde.

Şarkılar.. Ya şarkı seçimleri berbatmış be aslında. Ama o program için genelde popüler ama biraz daha eleğin üstündeki şarkıları tercih ederdim insanları öpleden sonra radyo başından kaçırmamak için.

Sen de iyi ki varsın, canım beniim:)

Arzu Çur dedi ki...

ekmekçim kızım,

Elbette her program için oturup metin yazılmıyor. Kuşak programları dediğimiz 2-3 saat süren programlara genelde elinde bir kaç notla girersin, gerisi doğaçlamaya bakar. Ben çok iyi bir doğaçlamacı değildim. Üstelik gevezeydim de. Okuldan öğrendiklerimi ille de uygulamak için arada "çay Saati" gibi programlar yapıyordum. Normalde "Orta Şekerli", "Baharla Gelen" gibi isimlere sahip 09-12 kuşağında sabah "şeker"liğiydi işim daha çok.

Ama bir de "Şarkılarımız Kardeştir" diye bir programım vardı, onunla pek övünürüm bak. Bilgesu Erenus'un bir albümünden mülhemdi o programın adı ve iki günde bir, şimdi etnik diye anılan, o zaman bizim world folk adını verdiğimiz şarkıları, türküleri çalardım 1 saat. O aralar bu şarkılar fazla bilinmezdi.

Bu arada Radyo Arkadaş'ın arşivi çok özel, güzel bir arşivdi. İyi diye düşündüğümüz, güzel şeyler çalmaya gayret ederdik. Sadece etnik müzik değil, Türkçe rock'ın yaygınlaşmasına, eski 45'likler furyasının başlamasına da büyük katkısı olmuştur diye düşünüyorum ben Radyo Arkadaş'ın.

"Gündüz insan gece kurt" derlerdi bizim radyo için. Gececiler çok sağlam rock çalarlardı çünkü.

Aaa, hakkaten radyom değil Radyo Arkadaş'ım gelmiş benim ya.