17 Nisan 2008 Perşembe

Kardeşlik Ruhu

"Rama ha? Süperdir. Hiçi Destanı'nı okudunuz mu peki?"

Bir akşamüstü, bir kahvede elinizde su gibi akıp giden, sizi bir dünyadan başka bir dünyaya sürükleyen bir kitapla otururken hiç tanımadığınız biri size yaklaşıp yukarıdaki cümleyi kurabilir. Ve siz bu hali garipsemezsiniz. Çünkü bariz bir şekilde bir FK ya da BK okuyucusudur karşınızdaki. O halde aynı cemaattensinizdir. (FK: Fantastik kurgu, BK: Bilimkurgu)

Hangi serileri okuduğunuzdan, hangi yazarları beğendiğinizden, en sevdiğiniz kahramanlardan (Benimki Tasslehoff Burrfoot'dur) söz edebilir, birbirinize tavsiyede bulunabilir ve sorarsınız: "Yazıyor musun sen de?"

Bu soruya aldığınız yanıt yüzde seksen "Evet" olacaktır. Çünkü bu türleri sevenler ne yapar eder, bir dünya da kendileri için yaratırlar. Yazma yetenekleri olsun, olmasın böyledir bu. Eğer yazıyorsa büyük ihtimalle bir internet sitesinde yer almaktadır ve büyük ihtimalle zaten o sizin, siz de onun öykülerine rastlamışınızdır bir yere. Bu değilse ortak tanıdıklar çıkar. E, dünya küçük. Bu okuyucu kitlesi daha da küçük.

Bu internet sitelerinden birinde, Kayıp Dünya'da uzunca süre yazdım ben de. Yazarlığımı geliştirmeme çok katkısı oldu. Forumlar, bazen tanımadığınız birinden alıverdiğiniz teklifsiz mailler -İyi de, o dünyada bu olmamış ki, şurası şöyle olmalı bence- sayesinde çok şey öğrendim. En başta seni kızdıracak kadar dümdüz bir eleştirinin aslında nasıl da en kıymetli eleştiri olduğunu.

Site kapandı zamanlar, benim de yazma serüvenime ara vermemle (bak, hala ara vermek diyorum ya, halime. Oysa iki yıldır yazdığım bir-iki masal haricinde tek satır bile yok) denk düştü bu kapanış.

Orada yayınlanan son öykümdür aşağıdaki.

Savaşçının Yolu

Elinde bir çıkın, dudağında ıslık, şen şakrak yürüyorsun. Uzaklardan gelmişsin, uzun da bir yol var önünde. Fakat ne mesafeler, ne de havanın giderek soğuması kaçırır keyfini; bu öyle belli ki.

Arada bir, küçük bir taş yuvarlanıyor ayaklarının dibine. Yolun yanında dimdik yükselen dağa bakıyorsun. Hafifçe çatılıyor kaşların ama kötü bir şeyi kovarcasına başını sallıyorsun. Daha da oynak bir tempoyla devam ediyorsun türküne.

Bu halinle nasıl da aptal görünüyorsun bilsen!
Nereye geldiğini bir bilsen!

Saçların uzamış. Toz toprak içinde giysilerin. Uzun zamandır su bulamadın değil mi? Bulamazdın. Bundan sonra da bulamayacaksın zaten. Çünkü ben öyle olmasını istedim. Susuzluğuna heveslenen pınarları, yanı başından akan dereleri sakladım gözünden. Sesini duydun akan suyun, heveslendin. Güldüm de güldüm sana. Sen gök gürlüyor sandın.

Şimdi gökyüzüne çeviriyorsun gözlerini umutla. Boşuna. O gördüklerin yağmur bulutları değil, kızgınlığımın gölgeleri. Elini kolunu sallayarak, öyle şen şakrak geçebilir misin sandın kapımdan?

Ayağının dibine yuvarlanan taşlar büyüdü, tedirgin oluyorsun. Ol.

Sığınabileceğin bir kovuk arıyorsun. Bul da sığın bakalım.
Güzel. İşte böyle, biraz kork başına geleceklerden.

Zavallı, küçük, şanssız kahraman, nereye gideceğini bildiğini sanıyorsun. Nereye gidemeyeceğini ben biliyorum aslında: Evine gidemeyeceksin. Buradan hiçbir yere gidemeyeceksin! Bu yol seni bana getiriyor, dümdüz. Seni bekliyorum, yolun sonundayım.

Demek onca maceradan, savaştan, kandan ve acıdan sonra ayaklarını uzatıp keyifle piponu tüttürecektin evinde, ha? Demek yaşlanacaktın, demek torunlarına kılıcını gösterecektin? Onca düşmanı nasıl da hakladığını, nasıl teker teker canlarını cehenneme gönderdiğini anlatacaktın.

Anlatamayacaksın, biliyor musun? Bilmiyorsun henüz ama...

Ahhh az kaldı, hadi birkaç adım daha atıver de, gel yanıma. Burada bekliyorum seni, ne zamandır bekliyorum. Hevesimle, kinimle, susamışlığımla... Bilsen nasıl büyük bir özlemle bekliyorum seni. Uçurumun tam kıyısında.

Hadi gel bana. Koşa koşa gel, hiç farkına varmadan gel, evine gittiğini sanarak, işte böyle ıslık çalarak, hoplaya zıplaya gel.

Niye durdun? Neden sustun? Ah şu benim hevesim! Çabuk davrandım, çabuk hissettirdim varlığımı sana. Oysa içinde yavaş yavaş büyüyecektim. Sen olacaktım. Benden kurtulmak için...

Demek bir terslik olduğunu fark ettin kahramanım, ha? Ne o, titriyorsun sanki? Yok canım, sen ki kan gölünün ortasında kahkahalarla gülmüştün ölüme, korkunun zerresi değmemişti bir an olsun yüreğine... Korkmuyorsun değil mi?

Ha ha ha! Korkuyorsun işte! Korkuyorsun benim canım kahramanım. Çok teşekkürler, işte tam da bu korkun sayesinde yaşıyorum çünkü. Gücüme güç katıyorsun. Kulakların bir ses arayıp durduğu için sesim oluyor benim, duyuyorsun artık beni. Biraz daha korkmayı başarırsan görebileceksin de.

Soluğun hızlanıyor, titriyor bacakların. Kulaklarını kapamaya çalışıyorsun, gözlerin yuvalarından fırlayacakmışçasına tedirgin. Kılıcına yapışıyor ellerin, bir düşman arıyorsun çevrende. Nasıl da zavallı göründüğünü bir bilsen bu halinle!

Ben o öldürdüğün ihtiyarım desem sana? Hani nasıl da kolaydı değil mi onunla dövüşmek? Boynu kılıcına yumuşacık gelmişti.

Ya o tazecik delikanlıyım desem? İlk kez bir insana karşı kullanıyordu silahını, karşısına senin çıkman ne talihsizlikti ama!

Boylu poslu olan, alnında kılıcının izini taşıdığınım desem, arkasından vurduğunum, gözlerini oyduğunum, okunun menziline ilk girenim, mızrağının karşısında en son kalanım... desem?

Dedim ki cehennemde canım çok sıkılır kahramanım olmazsa yanımda, hazır bu kadar da çoğalmışken -teker teker hakkından gelememiştik fakat ölüm asalet falan bırakmıyor biliyor musun insanda- toplandım yolunu bekledim işte. Özel bir yere pusu kurmam gerekmiyordu zaten. Çünkü her kahraman ne de olsa biraz insandır ve insanın eli kana bulandığında gittiği her yolda vicdan azabını taşır.

Aslında var olmadığımı, sen inanmazsan var olamayacağımı biliyorsun değil mi? Fakat yapamazsın bunu. Çünkü hayata dokunmak istercesine yeşil çimenlere yığılanları gördün. Gökyüzünün mavisini son kez görmek açık duruyordu gözleri. İşte yaşama aç giden o gözler getirip koydu buraya beni.

Ne gözleri unutabiliyorsun ne sesleri. Islık çalıp durman bundan. Bundan gözlerinin durup durup gökyüzüne dikilişi.

Hadi devam et yoluna. Bak, uçurumun tam kıyısındayım. Bir rüzgar esecek arkandan, ayağın bir anlığına sürçecek ve hayat ve o çığlıklar ve onca dehşet senin için de bitecek.

İstemez misin?

Hadi, karar ver. Ömür boyu korkudan titreye titreye oturup bekleyecek misin oraya gelmemi, yoksa gelecek misin benimle cehenneme?


Kayıp Dünya-2006

2 yorum:

şule dedi ki...

bilim kurgu cok az, ama fantastik kurgu hic okumadim desem cahilligimi bagislar misin bilmem. ama bana hic cekici gelmez bu alan, nedendir bilinmez. bilmedigin bir sey sonucta, nasil boyle onyargili davranirsin der misin? e, diyebilirsin tabii. haklisin da. ama bak ben onyargimi kirip okudum, yazan sen olunca :) e, guzel de...baslayip fanatigi oluyormusum mesela fantastik kurgunun bu yastan sonra :)

Arzu Çur dedi ki...

Estağfurullah Şulecim, ne cahilliği, hem de sennn?

Bu biraz zevk meselesi ama ben eğer okumadıysan örneğin Ursula K. Le Guin'in Yerdeniz serisine bir göz atmanı çok isterim. Göreceksin, anlatılan aslında başka değil, direkt bu dünyadır hep. Ama başka bir dünya isteriz de ondan okuruz/yazarız biz bu kurguları.

;)