21 Mayıs 2009 Perşembe

O’nun İçin Güzelleme

Hırçın perçemlerinden güneş taşar
Ve ben beklerim, bir zerresine değiversin elim
Kanım ateş olur, tutuşur yakar beni
Kanımı döndürür yine sana veririm


Dağlarında ağır bir keder gizli
Etekleri dalgalı, oynak
Derisi pul pul
Rüzgârı asi

Kuytularında ateşler yanar
Görüneni uslu âşıklara ev
Derisi tuzlu
Kavgası meltem

Sırtını güneşe vermiş gerinen bir kedi doyumlu
Yıldızı deniz, denizi zakkum,
Acısı gelip geçen günlerimiz
Kalp vuruşları ağır akan nehirlere uyumlu



Kaç gölge var bilemezsin eski günlerden
Gölgesini de üstünde taşır ışığın
Bir lokma bir hırka sevdalara alışkın
Kıyıda oturup söz açar zengin gemilerden
(Seninle sevişmek Karadeniz sevdiğim)

12 Mayıs 2009 Salı

Savaşçının Yolu

Elinde bir çıkın, dudağında ıslık, şen şakrak yürüyorsun. Uzaklardan gelmişsin, uzun da bir yol var önünde. Fakat ne mesafeler, ne de havanın giderek soğuması kaçırır keyfini; bu öyle belli ki.
Arada bir küçük bir taş yuvarlanıyor ayaklarının dibine. Yolun yanında dimdik yükselen dağa bakıyorsun. Hafifçe çatılıyor kaşların ama kötü bir şeyi kovarcasına başını sallıyorsun. Daha da oynak bir tempoyla devam ediyorsun türküne.
Bu halinle nasıl da aptal görünüyorsun bilsen!
Nereye geldiğini bir bilsen!
Saçların uzamış. Toz toprak içinde giysilerin. Uzun zamandır su bulamadın değil mi? Bulamazdın. Bundan sonra da bulamayacaksın zaten. Çünkü ben öyle olmasını istedim. Susuzluğuna heveslenen pınarları, yanı başından akan dereleri sakladım gözünden. Sesini duydun akan suyun, heveslendin. Güldüm de güldüm sana. Sen gök gürlüyor sandın.
Şimdi gökyüzüne çeviriyorsun gözlerini umutla. Boşuna. O gördüklerin yağmur bulutları değil, kızgınlığımın gölgeleri. Elini kolunu sallayarak, öyle şen şakrak geçebilir misin sandın kapımdan?
Ayağının dibine yuvarlanan taşlar büyüdü, tedirgin oluyorsun. Ol.
Sığınabileceğin bir kovuk arıyorsun. Bul da sığın bakalım.
Güzel. İşte böyle, biraz kork başına geleceklerden.
Zavallı, küçük, şanssız kahraman! Nereye gideceğini bildiğini sanıyorsun, nereye gidemeyeceğini ben biliyorum aslında: Evine gidemeyeceksin. Buradan hiçbir yere gidemeyeceksin! Bu yol seni bana getiriyor, dümdüz. Seni bekliyorum, yolun sonundayım.
Demek onca maceradan, savaştan, kandan ve acıdan sonra keyifle evine dönecektin, ha? Demek yaşlanacaktın, demek torunlarına kılıcını gösterecektin? Onca düşmanı nasıl da hakladığını, nasıl teker teker canlarını cehenneme gönderdiğini anlatacaktın.
Anlatamayacaksın, biliyor musun? Bilmiyorsun henüz ama... Ahhh az kaldı, hadi birkaç adım daha atıver de, gel yanıma. Burada bekliyorum seni, ne zamandır bekliyorum. Hevesimle, kinimle, susamışlığımla... Bilsen nasıl büyük bir özlemle bekliyorum seni. Uçurumun tam kıyısında.
Hadi gel bana. Koşa koşa gel, hiç farkına varmadan gel, evine gittiğini sanarak, işte böyle ıslık çalarak, hoplaya zıplaya gel.
Niye durdun? Neden sustun?
Ah şu benim hevesim! Çabuk davrandım, çabuk hissettirdim varlığımı sana. Oysa içinde yavaş yavaş büyüyecektim. Sen olacaktım. Benden kurtulmak için...
Demek bir terslik olduğunu fark ettin kahramanım, ha? Ne o, titriyorsun sanki? Yok canım, sen ki kan gölünün ortasında kahkahalarla gülmüştün ölüme, korkunun zerresi değmemişti bir an olsun yüreğine... Korkmuyorsun değil mi?
Ha ha ha! Korkuyorsun işte! Korkuyorsun benim canım kahramanım. Çok teşekkürler, işte tam da bu korkun sayesinde yaşıyorum çünkü. Gücüme güç katıyorsun. Kulakların bir ses arayıp durduğu için sesim oluyor benim, duyuyorsun. Biraz daha korkmayı başarırsan görebileceksin de.
Soluğun hızlanıyor, titriyor bacakların. Kulaklarını kapamaya çalışıyorsun, gözlerin yuvalarından fırlayacakmışçasına tedirgin. Kılıcına yapışıyor ellerin, bir düşman arıyorsun çevrende. Nasıl da zavallı göründüğünü bir bilsen bu halinle!
Ben o öldürdüğün ihtiyarım desem sana? Hani nasıl da kolaydı değil mi benimle dövüşmek? Boynum kılıcına yumuşacık gelmişti.
Ya o tazecik delikanlıyım desem? İlk kez bir insana karşı kullanıyordum silahımı, karşıma senin çıkman ne talihsizlikti ama!
Boylu poslu olan, alnında kılıcının izini taşıdığınım desem, arkasından vurduğunum, gözlerini oyduğunum, okunun menziline ilk girenim, mızrağının karşısında en son kalanım... desem?
Dedim ki cehennemde canım çok sıkılır kahramanım olmazsa yanımda, hazır bu kadar da çoğalmışken -teker teker hakkından gelememiştik fakat ölüm asalet falan bırakmıyor biliyor musun insanda- toplandım yolunu bekledim işte. Özel bir yere pusu kurmam gerekmiyordu zaten. Çünkü her kahraman ne de olsa biraz insandır ve insanın eli kana bulandığında gittiği her yolda vicdan azabını da yanında taşır.
Aslında var olmadığımı, sen inanmazsan var olamayacağımı biliyorsun değil mi? Fakat yapamazsın bunu. Çünkü hayata dokunmak istercesine yeşil çimenlere yığılanları gördün. Gökyüzünün mavisini son kez görmek isteğiyle açık kalmıştı gözleri. İşte yaşama aç giden o gözler getirip koydu buraya beni.
Ne gözleri unutabiliyorsun ne sesleri. Islık çalıp durman bundan. Bundan gözlerinin durup durup gökyüzüne dikilişi.
Hadi devam et yoluna. Bak, uçurumun tam kıyısındayım. Bir rüzgar esecek arkandan, ayağın bir anlığına sürçecek ve hayat ve o çığlıklar ve onca dehşet senin için de bitecek.
İstemez misin?
Hadi, karar ver. Ömür boyu korkudan titreye titreye oturup bekleyecek misin oraya gelmemi, yoksa gelecek misin benimle cehenneme?

5 Mayıs 2009 Salı

Pencere

Sen şimdi beni bırak.
Git.
Pencereden bakacağım ben.

Çakıl taşları ıslanmak için sabırsızlanıyor
Topal kedi sekerek geçecek önümden

Sağda toplanmış bekliyorlar sola geçmek için
İnsanların işi gücü var, yetişecekler
Pencereden bakacağım ben
Beni bekliyor yağmur yeri ıslatmak için

Kapıda duruyorsun, giremiyorum içeri
Haksızlık bu, gözlerim bir tek seni görüyor
Oysa dünya dönmeyi bekliyor
Çepeçevre uydular etrafında dönmeyi
Ay da bekliyor güneş de yıldızlar da.

Evren gözlerimi,
Ben senin gitmeni bekliyorum.

Görmediğim zaman ben
Bakmadığımda pencereden
Duruyor hayat nasıl bilmezsin bunu?

Zavallı bir sokak bu
Gözlerim olmasa bitecek gösterisi
Sen beni bırak şimdi.
Git.
Pencereden bakacağım ben.