31 Mart 2008 Pazartesi

Sağlığınıza dikkat edin

Bahar geldi diyorken tam, hava yine soğudu. Böyle zamanlarda sağlığa dikkat etmek gerek.

İşe size süt çorbası tarifi hediyeli bir yazı.

Süt Çorbası, Tığ İşi, Berbat Şeyler ve Başka Şeyler....

1. Süt çorbası
Bir Cumartesi öğleden sonrası küt diye hasta oldum. Durduk yerde hapşırıp birden ateşimin çıkmasıyla an be an hissettim başıma geleni. “Aa, hastalanıyor muyum?”dan, “Aman ne güzel! Sırası mıydı şimdi?”ye geçişimi hayal kırıklıkları içinde izledim. Ne oluyoruz demeye kalmadan battaniyeyi dizlerime çekip bir elimde mendil bir elimde ıhlamur bardağıyla oturdum köşeme.

Tam da havanın pırıl pırıl olduğu bir tatil gününde insanın başına gelmesini en az isteyeceği şey. Sen tüm bir hafta boyu çalış, hafta sonu için tatlı hayaller kur, sonra da hastalan! Pazartesi gününe kadar da iyileşmek zorundasın üstelik, çünkü o gün değil izin almak, zorla dışarı atsalar da bırakıp gidemeyeceğin denli önemli bir iş var. Aman ne güzel!

Cumartesi ve Pazar ha iyileştim, ha iyileşeceğim diyerek geçti. Ne yatağa yatıp dinlenmek ne de hastalığımı yok sayma girişimiyle ayağa fırlayıp normal hafta sonu işlerini yapmaya kalkışmak işe yaradı. Bana mısın demiyordu mikroplarım. Anlaşılan soğuk algınlığı falan değildi başıma gelen, düpedüz grip olmuştum.

Pazartesi sürünerek işe gittim. Günaydınlara “Bana yaklaşmayın” diyerek cevap verdim. Bir yanım harıl harıl çalışan kendime acır ama aynı zamanda da gurur duyarken, diğer yanım akşam olunca eve gidip dinlenebileceğimi söyleyip teselli ediyordu ki beni, eşim telefon etti. Çok hastaydı, işi gücü bırakıp eve gidecek, dinlenecekti.

“Yaa!” dedim hayal kırıklığı içinde “Yaa, öyle mi? Çok üzüldüm, geçmiş olsun”

Oysa hastalığımın o büyük bencilliği içinde düşündüğüm ilk şey -bunu itiraf etmek utanç verici olsa da- bana bakacak kimseciklerin kalmadığı olmuştu.

Neyse ki, çok yaşadığımdan olsa gerek, hayal kırıklığına karşı şerbetliyim ben. Bu yüzden kafamda plan yapan küçük cüceler çalıştırırım. Ben derdime yanıp kendime acırken mantıklı planları benim yerime hazırlayıverirler. Bu kez de imdadıma yetişip, beni artık hasta olmadığıma ikna etmeyi başardılar. Akşam eve giderken alınacaklar ve yapılacaklar listesini dayadılar burnuma.

Fakat işyerindekiler cücelerimle aynı fikirde değildi. Bir-iki gün rapor almanın iyi bir fikir olup olmadığı konusunda suçluluk duygumla cebelleşirken beni kovalayıp, iyileşmeden de geri dönmememi tembih ettiler. Her ne kadar kendimi karantinaya alınmış, dolayısıyla istenmeyen biri gibi hissetmeme sebep oldularsa da, buna duyduğum kızgınlık vicdan azabımı yendiği için sonuçta minnettardım.

Hain Cumartesi ve terbiyesiz Pazar ben hastalıkla boğuşurken pırıl pırıl geçmişti. Pazartesi de öyle. Fakat tam da servisten dışarı adım attığımda hava bozdu. Ne zamandır yağacak denen yağmur tüm şiddetiyle, dik durmaya çalışan omuzlarıma boşandı. Halsizliğimle talihime ağlama isteğimi cücelerin elime tutuşturduğu listeyle yendim, önce eczaneye sonra da markete gittim. Alışveriş listemi tamamladım, uyuduğunu tahmin ettiğim eşimi uyandırmadan hasta çorbasını pişirmek için yavaşça kapıyı açıp eve girdim.

İşte iki uzun, güzel gün böyle başladı. Eşimi çorbayı çoktan pişirmiş, salata yaparken buldum.
Mutluluğun resmi çizilecekse benim önerim tam da bu andır: Hasta olmadığınızı tekrar ede ede kendinize ve ona çorba pişirmeye çalışarak geçireceğiniz bir akşam üstü beklerken, ayağa kalkıp size o çorbayı hazırlamış bulduğunuz bir eş. Üstelik çamaşırlar toplanmış, yerleştirilmiş, ortalık silinip süpürülmüş. Ev de sıcacık.

“Benimki sahiden de soğuk algınlığıymış” dedi sevgili kocam. “İki aspirin, dört saat uykuyla geçti”
“Yaşasın” dedim ben de. “Artık gerçekten hasta olabilir miyim yani?”

2. Tığ İşi
Siz de benim gibi bir dakikasını bile boş geçirmeye hakkı olmadığını sanan, öylece oturmaktan suçluluk duyan tiplerdenseniz halimi anlarsınız. Benim durumumda hasta olmak şuna benzer: Rejimdesiniz ve baygınlık geçirdiğiniz için doktorunuz bir paket çikolata yemek zorunda olduğunuzu söylüyor size.

İşte hastalığım tam da bu fantezinin gerçeğe dönüşmüş şekliydi. Zorunlu olduğum şeye bakar mısınız: Dinlenmenin dışında hiçbir şey yapmamak ve bedenime iyi davranmak. Üstelik bunu bir an önce iyileşip ayağa kalkabilmek için yapacağımdan vicdanım da rahat olabilirdi. Dinlenmek bu noktada bir lüks değil bal gibi görevdi.

Mucize diye buna denmiyorsa başka neye denirdi bilmiyordum ve görevimi büyük bir ciddiyetle yerine getirdim. İki gün boyunca sadece kendimle ilgilendim. Sabah uyanır uyanmaz havanın nasıl olduğuna aldırmadan evi iyice ısıttım. Yetmezmiş gibi üzerime kat kat kazak giydim. Güzel bir çay demledim. “Yarısı rejimi” dediğim şeye boş verip her şeyin tamamını yedim. İştahım hiç de hastalanmamıştı, buna üzülecek yerde sevinmenin tadını çıkardım. Kahvaltıdan sonra ilacımı içtim, ıhlamur, melisa, bir limonun suyu ve balla hazırladığım bitki çayımı elime alıp salonda kendime tahsis ettiğim hasta koltuğuna kuruldum, her yanımı battaniyelerle sımsıkı örttüm.

Planım, iki gün boyunca, bir zamanlar boyunduruğundan kurtulmak için deli olduğum ev kadınlığının tadını, hem de hiç hoşlanmadığım ev işlerinden yırtmış olarak çıkarmaktı. Bunun için ihtiyacım olan her şey elimin altındaydı işte. Yetiştirmek zorunda olduğum bir iş yoktu, kimse benden bir şey beklemiyordu ve bir televizyon kumandası, bir tığ, yumak yumak, rengarenk bir sürü örgü ipi beni bekliyordu.

Kardeşim “Sana da çok iyi gelecek, görürsün bak” diyerek yarım bıraktığı yatak örtüsünü elime tutuşturmuştu birkaç hafta önce. İddiasına göre geçen kışı bunu örerek geçirmiş, psikologa gidecek paranın çok azını örgü iplerine vermiş, gayet de memnun kalmıştı.

Hayır, ne kardeşim ne de ben öyle ciddi bir bunalımda falan değiliz. Fakat hem evimiz, hem işimiz, hem de eşlerimiz var. Tüm bunlar yetmezmiş gibi bir de İstanbul’da yaşıyoruz. Dolayısıyla ne “Benim bir sorunum yok ki” demiştim elime iş tutuşturulduğunda, ne de psikologa gitmek yerine örgü örme çözümü yersiz ya da tuhaf gelmişti. Fakat bir türlü fırsat bulup da elime alamamıştım yatak örtüsünü. Kısmet bugüneymiş meğer, harıl harıl tığ işine başladım.

Tanrım, o ne keyif öyle! Dünyada başka düşünecek hiçbir şeyiniz yokmuş gibi ilmek sayıyorsunuz. Bir, iki, üç, dört: Hadi bakalım onu oraya dola, bunu da buraya geçir, şimdi de diğer ipe dön. Müthiş bir şey. Dert tasa kalmıyor, sadece sayıyor ve örüyorsun. İplerin renkleri desen, şeker gibi. Hangisini hangisine katsan yaraşıyor.

Örgünün keyfinden mest, kazaklarla battaniyenin verdiği sıcaktan buğulama balık gibi olmuşken arada yaptığım tek şey kendimi şımartmaktı:
“Arzu Hanım, nasılsınız? Canınız bir şey çekiyor mu? Allasen söyleyin, darılırım valla.”
“Bilmem ki. Acaba biraz daha bitki çayı içsem mi?”
“A, o nasıl söz? Tabii hemen hazırlayalım gelin. Hastasınız ya siz, işte o yüzden canınız ne isterse yapmak zorundasınız”

Böylece kalkıp bir bitki çayı daha hazırlıyor, yanına sonradan canım çeker de kalkıp almaya üşenirsem diye çikolata, çekirdek, patates cipsi gibi gerekli malzemeleri de ekleyip, hemen battaniyemin altına giriyordum. Sonra gelsin tığ işi.

Daha ilk gün, öğlen olmadan tıkınmaktan şişmiş karnım, cipsten yağlanmış ellerim ve battaniyem, terden farımış bedenim, dingin kafam ve keyiften eriyen kendime bir baktım da... “Mutluluğun resmini bir kez daha yapmak gerekiyor” dedim. “Herkesin buna ihtiyacı var. Sadece bedenin mutluluğu ve keyfi için iki gün de sürecek olsa böyle bir kaçamak yapmaya yani.” Sonra da eşimin benim için hazırladığı süt çorbasının hasretle beni beklediği buzdolabına gittim.

3. Berbat Şeyler
Tığ işinin bir iyi tarafı daha var, örerken televizyon da izleyebiliyorsunuz. İşte bu sayede, hasta olmakla hak kazandığımı düşündüğüm reçeteye -bir an önce iyileşme, bunun için de canım ne emrediyorsa yerine getirme- çok önemli şu maddeyi eklemekte bir an bile tereddüt etmedim: Sabahtan akşama dek yayınlanan o meşhur kadın programları izlenecek!

Annem, teyzem, kardeşlerim... Hepsi ama hepsi hilafsız “Ay inanamazsın, ne berbat” diye diye bu programlardan bahsediyordu. Ben de gündüz gözüyle evde oturamadığım için anlattıklarını dinleyip “Yaa, berbatmış tabii” demekle yetiniyordum. Bu programlar hakkında ortak kanı bu zaten. Sorsanız, kimse beğenmiyor: “Çok kötüüü!” Ama izlemeyen de bir ben gariban kalmışım.
“Benim neyim eksik?” dedim o iki gün. “Herkesin seyrettiğini ben de seyredeceğim! Ben de beğenmeyeceğim!”

Gerçekten söyledikleri kadar varmış. Öyle berbat ki gündüz kuşaklı kadın programları, bu rezaleti dakika kaçırmamak için yerinizden ayrılamıyorsunuz. Ben de ağzım bir karış açık Sabah Yıldızları’ndan Gelinim Olur musun’a, Sen Olsaydın’dan Sizin Sesiniz’e geçip durdum. Gerçekten tebrik ediyorum emeği geçenleri, pek berbat yapmışlar, ellerine sağlık. Yalnız bu programlara neden kadın programı dendiğini anlayamadım. Sanırım tek özellikleri gündüz vakti yayınlanmaları, böylece evde “oturduğu” varsayılan -evde öylece oturuyorlarsa ne şanslı kadınlardır kendileri, onları da tebrik ediyorum- kadınlar seyredebiliyor sadece. Oysa geceleri yayınlasalar, emin olun adlarını değiştirecek kadar çok erkek izleyici toplarlardı.

4. Başka Şeyler
İki gün çabucak geçti. Zavallı vücudum pek de alışık olmadığı bu ihtimamdan memnundu ki, iki gün sonunda turp gibi ayağa kalktım. Biraz halsiz, biraz ağırlaşmış, biraz da öksüren bir turptum gerçi ama, olsun.

Memduh Şevket Esendal "Hasta" adlı o çok güzel öyküsünde, Maliye Veznesi’nden Tevfik efendinin zavallı ayağının başına gelenleri anlatır. Ayak biraz incinmiştir ama onun sayesinde adamcağız hayatında görmediği ihtimamı görür eşten dosttan. O güzel iki gün boyunca sık sık bu öyküyü anımsadım, güldüm. Şu dünyada öyle hızlı ve öyle az yaşıyoruz ki, ancak bir hastalık “Dur da bir bak kendine” dedirtebiliyor insana. Dolayısıyla, benim hastalıkla geçirdiğim bu iki gün için yakınmaya hiç hakkım yok. Bu iki günde şunları anımsadım çünkü:
a) Bazen bomboş geçirdiğiniz iki günde, pek çok iş yaparak geçirdiğiniz iki yıldan daha çok yaşarsınız.
b) Vücudunuz da en az ruhunuz kadar kıymetlidir. Tamam işi abartıp zevk düşkünü bencilin teki olmaya gerek yok ama arada bir kapısını çalıp halini hatırını sormanın, mümkünse dinlendirmenin de zararı yok.
c) Size bakmak, ihtiyaçlarınızla ilgilenmek isteyen birisi varsa aman burnu büyüklük edip de geri çevirmeyin. Bu sizden çok onu mutlu ediyor çünkü.
d) Hele bu kişi sevgiliniz ya da eşinizse kesinlikle fırsatı kaçırmayın. Şefkat uzun sürmesini istediğiniz bir ilişkinin en kıymetli taşı.
e) Hastayken gereksiz şeylere ağlamaya başlarsanız dert etmeyin, depresyonda değilsiniz. Demek ki fazla sıkmışsınız, kalbiniz hafiften katılaşmış. Bir bahane bulmuşsunuz hazır, kendinize ve dünyaya bir iyilik yapıp ağlayın. Gözyaşından daha iyi bir yumuşatıcı bulamazsınız.
f) Çorba gerçekten de ruhsal bir yiyecektir. Eğer bir başkası sizin için pişirmişse tanrısal olduğunu bile iddia edebilirim. Doktorlar alınmasın ama değme antibiyotikten daha iyileştirici olduğuna bizzat şahidim.
g) Sonuçta, kısa süren bir soğuk algınlığı ya da kendinize iyi bakarak atlatacağınız hafif bir grip hiç de fena bir şey değildir.

Dert edeceğinize, tadını çıkarın.

Yazarın hediyesi süt çorbası tarifi:

Bir kabın üçte birine su, üçte ikisine süt doldurun. İçine bir avuç pirinç, çok az da yağ ekleyin, kaynayana dek karıştırarak pişirin. Mümkün olduğunca sıcak ve ağzınızın dayanabileceği kadar karabiber takviyesiyle için. Yapımının çok kolay oluşu özellikle hastaysanız daha da önem kazanıyor.

Afiyet ve geçmiş olsun.

Picus-Nisan 2005

6 yorum:

şule dedi ki...

arzucum bu sayfa bana ilac gibi geldi biliyor musun? acaba yeni bir sey ekledi mi diye heyecanla bakip, bulunca da oyle seviniyorum ki, degme keyfime...ne guzel yazmissin yine. hasta olasim geldi :)

YILDIZNAF dedi ki...

Nasil hasta olmak istedim anlatamam ! Hele seker gibi renklerdeki ipler ucurdu beni. Kendim usutmus, kendim ormus, kendim sabah programlari izlemis, valla ne yalan soyleyeyim kendi kocamam evi temizleyip, corba yapmis gibi mest oldum ! Ellerine saglik....
Picus'da mi cikti bu yazi tebrikler.....

Arzu Çur dedi ki...

Senin bu sözlerin de bana ilaç gibi geldi Şule, biliyor musun?:)

Radyo programlarında söylendiği gibi söylemek isterim: "Hafta içi her gün burada sizlerleyim."

Anlayacağın canım, her gün bir şey ekliyorum bu sayfaya. Ve seni, elektra'yı, ekmekçikız'ı... ve işte okuyan herkesi yani... Ellerinde bir fincan çayla buraya bakarken düşünüyorum. Yazdıklarımın insanlara gündelik rutinlerinin dışında bir nefes aldırmaya yarayabileceğini istemek fazla burnu büyüklük mü olur bilmiyorum. Ama bunu yapabilmeyi çok isterdim. Öyle hayal ediyorum işte:)

Arzu Çur dedi ki...

Yildiznaf, hoşgeldin:)

TV izlemek, örgü örmek kısmı evet de, ben iki gün ev temizliğine de boşvermiştim. Mutfağa sadece bana hazırlanmış yemekleri ısıtmaya gittim, bulaşıkları bile yerleştirmedim. Yatağa sadece uzanmaya gittim, toplamadım. TV izledim, cips yedim, örgü ördüm. Tam bir tatildi, lüks içinde yaşıyordum yahu.

Evet, bir dönem, dergi kapanana dek yazmıştım Picus'ta da. Güzel dergiydi Picus, üzüldüm kapanınca.

EKMEKÇİKIZ dedi ki...

Eh yani!
Altta "Picus"ta yayınlandığına dair notu görünce gülesim geldi.
Ben bu yazıların hepsini okumuşumdur, diye.
Picus'u çok severdim, kapanınca üzüldüm.
Neyse, burada yeniden okuruz bazısını.
:)

Arzu Çur dedi ki...

ekmekçi kız,

Okumuşmusundur ben de merak ettim bak şimdi. Arada anımsadığın bir şey çıkarsa söyle e mi?

;)