27 Mayıs 2008 Salı

Senaryo işleri

Bundan bir yıl kadar önce "Madem elim kalem tutuyor neden senaryo yazarı olmuyorum ki?" dedim, araştıra soruştura en alasından bir kurs bulup kayıt oldum. İlk üç ay şahane şeyler öğrendim, eğlendim, müthiş heveslendim. Bir sit com projesi üzerinde çalışmaya başladım. Tam o sırada mucize kabilinden bir şey oldu, bir aksam cep telefonum çaldı. Arayan ünlü bir yönetmenin asistanı olduğunu söyleyen bir beydi. "Bir senaryo konusunda sizinle görüşmek isteriz" demesin mi? Dedi valla.

Birinin şaka yaptığını düşündüm başta ama arkadaş fantastik öykülerimden, telefonumu yayınevimden bulduğundan falan söz edince aklim başıma geldi, iş ciddiydi. Havalara uçtum. Kısmete bakın, ben senaryo yazayım mı diye düşünüyorum, hop diye birileri çıkıyor "Yazar mısın bize? Film senaryosu bak" diyor. Tam da bayram arifesi. "Ey güzel Allahım, sen kalbimi biliyorsun, şükürler olsun" dedim, gittim, görüştüm. Hakikaten de o film şirketi, hakikaten de o yönetmen.

On gün içerisinde on dakikalık bir kısa film senaryosu yazmamı istediler benden. Deneme olacakmış.

"Tamam da," dedim, "Önümüz bayram, biz çoluk çocuk, kurban falan? Hem bi de sit com projem var, danışmanım haber bekliyor benden?"
"Valla," dediler, "Siz bilirsiniz. Yetişirse iyi olur."

Benden istedikleri bir korku hikâyesi, deprem gibi de bir konsepti var. Hiç alışık olmadığım bir tür ama yazarım ya, onu da yazarım, bunu da hesabi, "Tamam," dedim, "Yazarım"

Bayram tatilimi pc başında heba ettim ama ettiğime de değdi. Hiç beklemediğim kadar kolayca yazdım, yetiştirdim senaryoyu, tam zamanında da gönderdim. Kitap, dergi islerindeki cevap alma süresinin yavaşlığını bildiğimden akıbetini makul bir süreliğine unutup sit com'uma geri döndüm.

Fakat malum, insan ruh halinden ruh haline çabucak geçemiyor. Tam komediye adapte olmuş yazarken korkuya adapte oluyorsunuz, sonrasında soğumuş bi metne geri dönmesi epeyce azaplı. Bu azabı asmak için kurstaki danışmanıma eldeki toplamı göndereyim de bir fikir alayım dedim, adam yurtdışına çıkmamış mı?
"Ne zaman gelecek peki?"
"On beş gün sonra"

"Eh, n'apalım" dedim kendi kendime. "On beş gün de sen dinlen. Zaten şunca aydır, işyerinde çalış, git kursta çalış, gel evde yaz perişan oldun. Bu da sana tatil olsun."

Yazıyı bıraktım her iki yerden cevap bekliyorum artik. On beş gün oldu, danışman yok, film şirketinden cevap yok. Yirmi gün oldu, gene yok. Yüzümü kızartıp aradım. Danışmanım gelmiş ama yeniden gitmiş, bir sure daha dönmeyecekmiş. Film şirketindekiler de bir projeye başlamış, daha okumamışlar bile senaryoyu, iyi mi?

"E be kardeşim, neden bayramı bana zehir ettiniz?" diyemiyorsun haliyle. Bozuldum ama belli etmedim. "Şimdiye kadar kendi başına yazıyodun kızım, yine öyle yap" deyip çöktüm bilgisayarın başına ama... Ahh, tık yok! Kelime çıkmıyor, değil ki cümle çıksın. Hiç başıma gelmiş iş değil, dolayısıyla çözümünü de bilmiyorum. "Allahım! Yazamıyorum!" paniğiyle hemmen senaryodan çark edip ne zamandır ertelediğim öykülerime geri döndüm. Sen misin dönen, onlar da bana küsmüş, orda da kilitlendim mi güzelce?

Neyse, uzatmayayım, üç ay boyunca ne danışmandan ya da film şirketinden haber geldi ne de ben bir cümle olsun bir şey yazabildim. Tam yazarlık isleri buraya kadarmış diye düşünürken yine bir telefon. Film şirketi, o arkadaş... Görüşmeye çağrıldım.

Bu kez başka bir bey karşıladı beni stüdyoda, film yapımcısıymış. Deprem konseptli konudan vazgeçmişler, çarpıcı bi korku filmi yapmak istiyorlarmış. Film su mekânda geçecekmiş, deneme falan değilmiş benden istedikleri, filmin sinopsisiymis, öyküsü yani. Bir ay vaktim varmış, ne dermişim?

Bezmiş bi halde "Bi deneyeyim ama pek de bi şey çıkmaz herhalde" dedim, döndüm görüşmeden. Canim sıkılmıştı, bi daha yaz, bi daha yolla, yok bu olmadı, hadi şu olsun desinler... Yine de insan umutlanmadan duramıyor, oturdum uğraştım, sizin de aşağıda okuyacağınız “Nişanlı” adlı hikayeyi yazdım. (Başroldeki hayaletimin oyulmuş gözünden bi nişan yüzüğü çıkardığı sahneyi yazışımı anlatmadan geçemeyeceğim burada. Tam o kısmı yazarken ödüm patlamış, bilgisayarın başından kalkıp salona, eşimin yanına kaçmış, hayalet huzur bulana dek de adamcağızı yanımda oturtmuştum.)

Bitirdim, yolladım yine film şirketine. "Bundan da bi şey çıkmazsa çıkmasın artik, yeter yani" modundaydım.

Neyse ki sure uzamadı, bir hafta falan sonra beni aradılar. Gittim, önüme sözleşmeyi dayadılar. Filmimi çekeceklermiş, sinopsisi senaryoya çevirebilirmişim.

"Eee, nasıl olacak? Hadi ya?" derken ben, demesinler mi, "Ücretiyle tabii"

Öyle bezmişim ki olumsuz sonuçlanan işlerden, inanamıyorum. Hala şaka yapıyorlar sanıyorum. Ama sözleşme önümde. “Yok canım, olmaz öyle şey. Bu rüya falandır” derken kendi kendime, acı gerçek önerilen ücret şeklinde zuhur etti sözleşme sayfalarından: 1000 YTL

Komik, değil mi? Koskoca bir film senaryosunu yazdıracak, bir milyar para verecekler bana. Yine de başlangıç için fena bir giriş olmayabilir, namım yürüsün, bedava da olsa yine de yazsam mı diye düşünüp "Ya ben bu sözleşmeyi alayım da, bir avukatıma danışayım" falan seklinde saçmaladım. Avukat diyorum dikkatinizi çekerim, çünkü bütün bu süreçte tanıdığım herkes beni fikir hırsızlığına karşı uyarmıştı. Avukat falan yok tabii de, eve oturup bir okuyayım, düşüneyim derdindeyim.

"Olmaz" dedi film yapımcısı beyefendi, "Bizim sözleşmeyi buradan çıkarmamız kurallarımıza aykırı. Hem siz daha çok yenisiniz bu islerde. Zaten yazacağınız senaryoyu bir senariste vereceğiz, o da üzerinden geçecek, değil mi efendim?"

Nasıl bozum oldum ya! Ben bunu yazınca senarist olmuyor muyum yani? "Kusura bakmayın," dedim, "Şunca zamandır yazıyorum ben de, benim onayım olmadan virgülünü değiştirtmem metnimin. Şimdi eğer eve götüremeyeceksem, burada okuyacağım sözleşmeyi"

Fazla zamanımı almadı okumak. Söyle bir madde vardı çünkü: "Senaryo yazarı (o ben oluyorum) bir ay içerisinde senaryoyu teslim edemezse hikâye tüm haklarıyla şirkete geçecektir. Şirket hikâyeyi istediği kişiye yazdırmakta serbest olacaktır." Ohh, suyundan da koy.

"Ben bunu şimdilik imzalamayayım," dedim. Görüyorsunuz, ne terbiyeli bi insanım, küfür falan etmedim. Fakat "Olmaz," dedi adam bana? "Ya simdi imzalarsınız ya hiç"

Beyoğlu’ndayız, film stüdyosundayız, bir yapımcıyla konuşuyorum ve ortamda eksik olan tek şey ilaçlı gazoz. İyi de ben kırk yaşındayım, on beşimde değil ki. İçer miyim hiç o gazozu?

İçmedim, imzalamadım. "Benden de bu kadar, yarın ararım sizi" dedim, çıktım. Kaç aydır bana zaman ayıramayan kurs danışmanımı aradım, haliyle yine yoktu, oradan başka bi danışmanın -ki kendisi ayni zamanda bir senarist- telefonunu aldım, onu aradım ertesi gün. Durumu anlattım şöyle dedi: "Ben o paraya değil yazmak, sinopsisi bile okumam"

Film şirketini arayıp aynen aktardım arkadaşın dediklerini. "Başka sefere inşallah" dediler onlar da. Başka sefer falan olmadı tabii:)

Bunca olaydan sonra olan benim yazı serüvenime oldu. Senaryo işlerine ben küstüm, roman, öykü, şiir de bana küstü. Şimdilerde küsük küsük yaşıyor, yazıyla yeniden kavuşmayı bekliyorum işte.

Aşağıdaki sinopsis işte o korku filmine aittir. Bu hiçbir yerde yayınlanmadı elbette. Telifi melifi de yok tabii. Yine de çalacak çırpacak birileri olursa Allah aşkına bi haber versin bana, zevkle paylaşırım kendisiyle. Ama haber vermeden alan çıkacak olursa "işte de blogumda yayınlamıştım taa da ne zaman" diye mahkeme mahkeme süründürürüm, haberi olsun.


Nişanlı


Özgür (28) İngiltere’de mastır yaparken tanıştığı Eve (25) ile evlenmek niyetindedir. Birlikte bir aylığına İstanbul’a gelirler. Bu zaman zarfında hem Özgür’ün ailesi ile tanışacak hem de Eve’in kökenlerinin bir kısmının burada olduğunu bildiği ve hep merak ettiği İstanbul’u gezeceklerdir.

Eve’in büyük büyükbabası Edward, İstanbul’u işgal eden bir İngiliz subayı, büyük büyükannesi Faize ise işbirlikçi bir paşanın birkaç dil bilir, saray adabı ile yetişmiş, açık fikirli ve güzel kızıdır. Eve’in ailesinde Edward ile Faize’nin aşkları bir destan gibi anlatılarak kuşaktan kuşağa geçmiştir. Eve Türkiye ve Türklere karşı derin bir sempati beslemektedir. Türkçe’yi kendi imkânları ile kısmen öğrenmiş, bu da Özgür ile yakınlaşıp birbirlerini sevmelerini kolaylaştırmıştır.

Eve çok neşeli, sempatik bir kızdır. Özgür’ün ailesine çabucak kendini sevdirir Özgür’le çeşitli mekânları gezerler, her şey yolunda gitmektedir. Eve en çok hakkında pek çok efsane duyduğu ve ona göre dünyanın en romantik mekânı olan Kız Kulesi’ni merak etmektedir. Özgür Eve’e bir sürpriz yaparak Kız Kulesi’ndeki lokantada bir akşam yemeği ayarlar. Akabinde de Eve’e evlenme teklif edecektir.

Eve Özgür’e âşıktır, sonunda Kız Kulesi’nde olmaktan da çok mutludur. Özgür’ün masadan ayrıldığı bir sırada pencerede bir siluet görür. Yüz hatları çok belirgin olmayan biri camdan Eve’e bakmaktadır. Eve bunun bir yansıma olduğunu düşünüp etrafına bakınır, aynı yönde oturan kimseyi göremez. Tekrar cama bakar, kimse yoktur ancak camda bir el izi kalmıştır. Dokunur, cam çok soğuktur, irkilerek geri çeker elini. Özgür geri geldiğinde Eve’de bir tuhaflık olduğunu anlar ama Eve konuyu geçiştirir. Gece ilerler, Eve bir süre sonra başında bir ıslaklık hisseder. Elini saçına götürür, bakar, parmakları kan içindedir. Tavana kaldırır kafasını, tavandan yüzüne kan damlar. Eve korkuyla Özgür’e bakar, elini gösterir. Özgür elini alıp öper, kanı görmemektedir. Eve tekrar baktığında o da bir şey göremez, sarhoş olduğunu düşünür. Özgür Eve’in elini bırakmaz, komik bir reveransla yere diz çöküp evlenme teklif eder, yüzüğü cebinden çıkarır, Eve’in parmağına geçirir. Eve sevinçle kabul eder. Kahkahalarla birbirlerine sarılırlar.

Özgür ile Eve, Özgür’ün ailesinin evine dönerler. Özgür çakırkeyiftir, Eve’le sevişmek ister, Eve Özgür’ün ailesinden çekinir. Özgür İngiltere’de nasıl coşkuyla seviştiklerini anımsatır, Eve dalga geçer “Burası Türkiye ama” der, “Evlenmeden olmaz”. Özgür’ü odasında bırakıp kendi odasına geçer. Mutlulukla yatağa devrilir. Yüzüğünü okşar. Bir süre sonra uyur.

Eve gece yarısı üşüyerek uyanır. Pencere açıktır, rüzgâr esmektedir. Pencereyi kapatır, su içmek için mutfağa gider. Koridorda arkası dönük bir adam görür, Özgür olduğunu düşünerek seslenir. Adam Eve’e döner. Genç bir delikanlıdır bu, yüzü az seçilir. Gözünden biri oyuktur, yüzünden kanlar akmaktadır. Oyuk gözünden Eve’in nişan yüzüğünü çıkarıp ona uzatır, Eve’e doğru yürür. Eve dehşetle duvara yapışıp bağırır, kapıları yumruklar. Özgür odasından fırlar, Eve ona sarılır. Özgür’ün annesiyle babası, kız kardeşi uyanırlar. Işıklar yakılır, Eve gördüğünü anlatmaya çalışır, ancak yüzüğünün parmağında olduğunu fark eder, şaşırır. Ev halkı kâbus gördüğünü söyler, Eve’i sakinleştirirler. Özgür ortamı yumuşatmak gayesiyle şakaya vurup o gece nişanlandıklarını duyurur aileye. Özgür’ün şen şakrak babası “Madem uyandık, bunu kutlayalım” der, pijamalarla çok eğlenceli bir kutlama partisi düzenlerler ayaküstü. Eve ikide bir yüzüğüne bakmaktadır. Özgür’ün kız kardeşi Neşe (24) Eve’e yanaşıp yüzüğün ne kadar güzel olduğundan bahseder. “Bakabilir miyim?” der, Eve çıkarıp uzatır, Neşe yüzüğü alır almaz korkuyla bağırır, herkes ona bakar. Neşe gülümsemeye çalışarak geçiştirir. Yüzüğü Eve’e verir.

Ertesi akşam Özgür’le Eve mutlu bir gün geçirmiş olarak eve gelirler. Özgür’ün annesi çok güzel bir sofra hazırlamış, akrabalarını davet etmiştir. Neşe Eve’e bir şey söyleyecek gibi davranır bir ara mutfakta, sonra vazgeçer. En sonunda dayanamaz gibi davranıp “Sen daha önce nişanlandın mı hiç?” diye sorar. Eve “Yok canım, bu ilk ve son olur inşallah” der. Kızlar Eve’in “inşallah”ı bir türlü söyleyemeyişine gülerler. Keyifli bir akşamdan sonra konuklar gider, ev halkı uyur.

Eve o gece tuhaf bir rüya görür. İşkence gören biri, bir gemi, Kız Kulesi. Eve yine uyanır, bir önceki gece onu korkutan adam yatağının ayakucundadır. Eve korkuyla yatakta büzülür. Adam “Faize” der. Eve gözünü kapar, açtığında adam yoktur. Eve bütün ışıkları yakarak banyoya gider, yüzüne su çarpar, aynaya baktığında yine aynı adamı görür. Geri döner, adam yoktur. Sinirleri iyice bozulan Eve, Özgür’ün yanına gitmek için banyodan çıkarken koridorda biriyle çarpışır. Korkuyla bağırır, ancak karşısındaki Neşe’dir. Neşe bir gariptir. Yüzü çarpılmıştır, kendisine ait olmayan bir sesle “Fahişe!” der. “Verdiğim yüzük nerede? Ne yaptın ona?” Eve kaçmaya çalışır, Neşe Eve’in boğazına sarılır. Eve çığlık çığlığa bağırır, Neşe’yi iter, Neşe yere düşer, sehpaya kafasını çarpar. Orada kalır. Eve arkasını dönüp kaçmaya çalışırken bir başka el tarafından tutulur, iyice panikler, karşısındakini yumruklamaya başlar. Oysa karşısındaki Özgür’dür. Özgür Eve’e sarılır, sakinleştirmeye çalışır fakat Eve’in sinirleri artık düzelmeyecek kadar bozuktur. Neşe’nin ona küfrettiğini, öldürmeye çalıştığını, bu evde her şeyin tuhaf olduğunu, bir an önce İngiltere’ye geri dönmek istediğini, arkadaşlarının onu Türkler konusunda zaten uyardığını söyleyerek bağırmaktadır. Özgür’ü de yanına yaklaştırmaz.

Özgür’ün annesi, babası uyanır, koridora çıkarlar. Anne yerde başı kanlar içinde yatan Neşe’yi görünce bir çığlık koparıp kızının yanına koşar. Eve’e bağırır: “Ne yaptın kızıma?” Eve “Boğazıma sarıldı” der. Anne Eve’in üzerine yürür, baba Neşe’nin nabzına bakar, “Yaşıyor”, der eşine, “Ambulans çağırın çabuk.”

Hastanede Eve üzgündür. Özgür’le barışmış, sarılmış oturmaktadırlar. Eve Özgür’e annesinin ona inanmasa bile Neşe’nin kendisine tam da söylediği gibi davrandığını anlatır. Özgür ona inandığını söyler, annesine bakar. Baba Özgür’ü çay içmek bahanesiyle alır, götürür, anneyle Eve yalnız kalırlar. Eve üzgün olduğunu ama çok korktuğunu söyleyecekken anne onu susturur. Onun da üzgün olduğunu söyleyerek Neşe’nin çocukken hayaller gördüğünü, var olmayan insanlarla konuştuğunu, garip şeyler yaptığını anlatır. Psikolojik/psikiyatrik destek ve ilaçlarla düzelmiş, yıllardır yani bu geceye dek anormal bir durum olmamıştır. Eve’e inanmak istemeyişinin nedeni kızının hastalığının yeniden nüksetmesine inanmak istemeyişidir aslında. İki kadın barışırlarken doktor gelir, Neşe’nin durumunda önemli bir şey olmadığını anlatır. Bir iki gün dinlenmesi yetecektir. Herkes çok sevinir.

Neşe eve gelmiştir. Özgür kız kardeşini kucağında odasına taşımak ister, iki kardeş itişirler, anne onlara bağırır. Neşe Eve’e döner “Kızım bu adamla nişanlandın bari bir an önce al götür başımdan” der. Buzlar çözülür. Herkes hiçbir şey olmamış gibi davranmaktadır. Eve rahatlar.

Akşam mutfakta anne ile Neşe yemek hazırlarken Neşe Eve’e seslenir. Gelip bir işin ucundan tutmasını, gelinse gelinliğini bilmesini, kendisinin yan gelip yatmak istediğini söyler. Eve mutfağa gelir. Anne “Olur mu öyle şey, biricik gelinim” diyerek ona iş yaptırmaz. Neşe’ye de işine karışmamasını, Eve’le ikisinin masada oturup kendisini seyrederek “Biraz kadınlık öğrenmelerini” söyler. Önlerine bir tabak kurabiye ile çay koyar. Neşe ona hala utangaç bakan Eve’e dil çıkarır, gülüşürler.

Annenin arkası dönükken Neşe fısıltıyla “Eve” der. Eve Neşe’ye bakar, Neşe yüzünde koridordaki aynı kötü bakış ve sesle ama bu kez fısıldayarak “Fahişe” der. “Seni öldüreceğim.”

Eve masadan fırlar, çay fincanları, kurabiyeler yere saçılır. Anne “Ne oluyor? “diye geri döner. Eve’in korkudan dili dolaşmaktadır, sadece Neşe’yi işaret etmeyi başarabilir. Oysa Neşe hiçbir şey yokmuş gibi davranmakta, telaşla Eve’e iyi olup olmadığını sormaktadır. Anne Eve’e “Kızım, iyi misin sen? Neler oluyor?” diye sorar. Eve anne ve Neşe’nin yanından kaçar, salonda babasıyla tavla oynamakta olan Özgür’e hemen dışarı çıkmak istediğini söyler. Kaçarcasına evden çıkar.

Özgür’le Eve deniz kıyısında oturmakta, Özgür somurtmaktadır. Artık bu işten sıkıldığını söyler, Eve ne yapmaya çalışmaktadır? Eve yanıt vermez. Özgür üsteler. Deli gibi evden kaçıp gitmesinin sebebini sorar. Sonunda Eve dayanamayıp patlar: “Kız kardeşin delinin teki, beni öldüreceğini söylüyor. Annen de bir garip, sürekli beni suçluyor. Ailen manyak. Ya hemen İngiltere’ye döner ve bir daha buraya geri dönmeyiz ya da bu iş burada biter” Özgür “Ne halin varsa gör,” der. “Tamam, bitti. Şımarıklıklarından bıktım. Ailemi suçlamandan bıktım. Kardeşimi öldürmeye kalkan sensin, utanmadan ona bok atıyorsun.” Eve inatla susar. Özgür Eve’i orada bırakıp yürür. Eve oturmaya devam eder. Özgür’ün içine sinmez, geri döner. Eve’e çantasının evde olduğunu anımsatır, üstelik bu saatte yalnız başına bilmediği bir şehirde ne yapacaktır? Eve susmaya devam eder. Özgür of çekerek “Peki, ”der, “Yarın döneriz, tamam mı? Hadi gel İstanbul’daki son gecemizin tadını çıkaralım”

Özgür’le Eve gecenin ilerleyen saatlerinde bir bardadırlar. Deli gibi dans eder, içerler. İyice sarhoş bir halde taksiye binerler, Eve eve gitmek istemediğini söyler Özgür’e. Özgür eve gitmeyeceklerini söyler. Sabaha kadar en sevdiği yerde oturacaklardır Eve’in. Eve Özgür’ün söylediklerini anlamadan uyuyakalır takside. Özgür’ün sarsmasıyla uyanır. Özgür geldiklerini söylemektedir. Taksiden inerler, Eve nerede olduklarını sorar, Özgür Kız Kulesi’ni gösterir. Sabaha kadar buradayız der.

Eve büyülenmiş gibi kuleye ve İstanbul siluetine bakar. Kuleden artık korkmaktadır ama bu güzellikten de çok etkilenmiştir. Özgür’le birbirlerine sarılarak oturur, manzarayı seyrederler. Eve Özgür’e sokulur, gözlerini kapar. Özgür’ün yana doğru kaydığını hisseder, düşecek gibi olur. Özgür hemen tutar Eve’i. Eve Özgür’e bakar ama Özgür değil, Neşe’dir onu tutan. Eve korkuyla geriye çekilir, Neşe sımsıkı yakalar Eve’i, bırakmaz. Eve Neşe’nin arkasında, yerde ölü gibi yatan Özgür’ü görür, bağırmaya başlar, Neşe elindeki kanlı taşla kafasına vurur.

Eve gözünü Özgür’ün evinde açar. Özgür’ün babası ile annesi başındadır. Eve korkuyla büzüşür yatakta, baba şefkatle başını okşar, anne “Korkma kızım,” der. “Ne olur korkma, bizden sana zarar gelmez. Her şey düzelecek.” Eve onlara inanmasa da ikna ederler kızı. Eve ağlayarak Neşe’nin Özgür’ü öldürdüğünü mırıldanır. Baba Özgür’ün de iyi olduğunu söyler. Neşe başına bir taşla vurmuş ama neyse ki sadece bayıltmıştır Özgür’ü. Sakinleştirici vermişler, uyutmaktadırlar. Doktor olan baba gerekli müdahaleyi yapmıştır. Baba utançla “Anlattıklarını daha fazla ciddiye almalıydık, Neşe’nin yeniden hastalandığını anlamalıydık. Çok üzgünüz,” der. O gece evden çıkan Neşe’yi takip etmiş olmak tek tesellisidir. Çok vahim şeyler olmadan durdurabilmiştir kızını. Eve korkarak Neşe’nin nasıl olduğunu sorar. “Odasında,” der anne. “Söz veriyorum sana, hemen yarın tedavisine başlayacağız yeniden” Ağlamaklıdır. Eve koluna dokunur, kadın ona sarılır, ağlamaya başlar.

Baba Eve’in koluna girmiştir, Özgür’ün uyumakta olduğu odaya giderlerken Neşe’nin kapısının önünden geçerler. Tam onlar geçerken Neşe Eve’e bağırmaya başlar. Buradan hemen gitmesi gerektiğini söylemektedir. “Seni öldürmek isteyen ben değilim, gözü oyuk adam. O burada. Dışarı çıkmak istiyor, zor tutuyorum, git buradan ne olur” İçeriden homurtular, uğultular gelmektedir. Anne korkuyla yanlarına gelir. Baba kapıya yapışır, ani bir çarpmayla yere düşer. Neşe “Baba” diye bağırır. Eve babanın nabzını yoklar, çok hafiftir. Neşe ise iyice canhıraş çığlıklar atmaktadır. Eve kapıya koşar. Neşe yeniden uyarır onu ama Eve kapıyı açar.

Neşe ayakları yerden kesik, duvara sabitlenmiştir. Karşısında o adam durmaktadır. Eve’e döner. “Aşkım” der. “Sonunda geldin demek?” Neşe yere düşer, boğazını ovuşturur. Anne kızının yanına koşup ona sarılır. Korkuyla duvara yapışıp Eve’e yürüyen hayalete bakarlar. Hayalet Eve’e yanaşır, parmaklarını gözlerine bastırarak “Gör” der.

Eve bir eski zaman İstanbul konağında, bir gül bahçesinde bulur kendini. Yanında genç, yakışıklı bir delikanlı vardır. Delikanlı Eve’in elini tutar, vatan uğruna savaşmaya gittiğini söyler. Ona Faize demekte, kendisini beklemesi için söz istemektedir. Eve “Benim adım...” der, susar. Üzerindeki Osmanlı giysilerine bakar, neler olduğunu fark etmişçesine “Faize!” der. Genç adam oyalı bir mendil içinde bir hediye sunar ona. Eve mendili açar, içinde Özgür’ün ona hediye ettiği elmas yüzük vardır. O sırada yanlarına bir İngiliz subayı gelir. “Günaydın Saffet Bey” der. Eve’in elini öper “Faize Hanım” Eve’e çok manidar bakmaktadır. Eve onun dedesi Edward olduğunu fark eder. “Siz...” diyecekken, Saffet geleni selamlar “Mister Edward!” Ancak bu ziyaretten hiç de memnun olmadığı bellidir. Edward’a bu saatte nişanlısının evinde ne aradığını sorar. Edward “Nişan mı?” der, “Haberim yoktu, kutlarım. Nişanlınızın babasının bundan haberi var mı? Neyse müstakbel kayınpederiniz paşa hazretleri, komutanlığa yakın olabilmem için bana küçük bir oda verme lütfunda bulundular. Bir süreliğine misafirleri olacağım.” Yukarıdan bakan bir tavırla ekler: “Sizin için bir sakıncası yoktur, değil mi?” Saffet sinirlenmiştir. Gitmesi gerektiğini söyleyerek izinlerini ister. Eve’le beraber uzaklaşırlar. Edward elindeki kısa kamçıyı deri çizmelerine vurarak arkalarından seslenir. “Saffet Bey” Saffet’le Eve dönüp bakarlar. Edward “Gittiğiniz yerlere dikkat edin, aman” der. “Malum, her yer pek tehlikeli bugünlerde. Padişah hazretlerinin emirlerine karşı çıkan vatan hainlerinin ne denli cüretkâr oldukları malumunuzdur.” Saffet korkunç bir bakış atar Edward’a, yürüyüp gider.

Eve kendini bu kez bir hücrede bulur. Camsız, demir parmaklıklı hücre penceresinden boğaz görülür. Burası Kız Kulesi’dir. Karşısında işkence gördüğü, dövüldüğü belli kanlar içindeki Saffet yatmakta, genç adam zor soluk almaktadır, kanlı bir şiltenin üzerine atılmıştır. Eve çok üzgündür. Saffet’e dokunmak ister ancak elinin şeffaf olduğunu, Saffet’in teninden geçtiğini görür. Kapı açılır Edward içeri girer. Saffet’e bekletilen gemide onunla birlikte başka kimler olduğunu sorar. Saffet cevap vermez. Edward elindeki hançeri gözüne bastırarak zorlar Saffet’i, Saffet bağırır ama konuşmaz. Edward “Nişanlınız kör bir adamı beğenmeyecek bakın” der. “Hem kıymetli kayınpederiniz damadının bir vatan haini, padişah düşmanı bir eşkıya olduğunu öğrenirse size kızını verir mi sanıyorsunuz? Hadi konuşun” Saffet sadece başını sallayabilir. Edward hançeri gözüne saplar, Saffet berbat bir haykırışla kendinden geçer. Eve çığlık çığlığa bağırır. Edward hançerle Saffet’in boğazını keser, kanı şilteye silerken orada olduğunu fark edemediği Eve’e doğru bakar. “Eh, hakikaten de Faize Hanımefendi gibi bir nadide inciye, bir kör. Olacak şey mi?” Odadan çıkar. Eve parmağındaki yüzüğe bakar, ağlayarak parmağından çıkarır, Saffet’in kanlar içindeki parmağına takar.

Etraf sisler içinde aydınlanır. Eve Neşe’nin odasında yerde yatmakta, ağlamaktadır. Özgür ona sarılmıştır. Neşe ile annesi yorgun görünen babayı doğrultmaya çalışmaktadır. Eve “İstediği buymuş” der. “Her şey ne büyük bir yanılgıymış meğer. Dedem, büyük annem.” Özgür’ün boynuna sarılarak ağlamaya devam eder.

Ağarmaya başlayan güne bakarlar Özgür’le birlikte. Pencereden, uzaktan, Kız Kulesi görünmektedir.

Ocak 2006

10 yorum:

şule dedi ki...

ya ben korku filmi seyredemem korkarim yalniz. olur da bir gun, cekilirse, gelirim senin evine, salonda birlikte seyrederiz. okurken bile tuylerim diken diken oldu zira.
bu arada adamlar 1000ytl onerirken hic utanmamislar mi yahu?

Arzu Çur dedi ki...

Ben de korka korka yazdım zaten, hayatta da yalnız izlemem çekilse, beraber izleriz Şulecim.

Utanmadılar ya. Ben kabul etmeyince şaşırdılar bile hatta.

elektra dedi ki...

hahahahahah, süper olmuş yazı. senaryoyu ise bir kere daha korkmayayım diye okumadım. ve fekat girizgah başlı başına sinopsis olmuş bir filme. ilaçlı gazozun etkisi altında iken senaryo cinlerinin etkisine giren hem yazıp hem de yazdığından korkan arzuuuuuu:) hahahahahh, süper süpeeer.:)

Arzu Çur dedi ki...

Yazıdan komedi, senaryodan korku filmi çıkarırız diyosun yani:)E, güleriz ağlanacak halimize Elektra'm güzel kuşum valla.

Bi de Hakan yazıversin diyorum ben ama...:)

EKMEKÇİKIZ dedi ki...

Bir solukta okudum, heyecan vericiydi.
Doğrusu fantastik edebiyata da, sinemaya da pek yüz vermem. Ancak, bu hoşuma gitti, aşk var içinde diye mi, nedir?
:))

Arzu Çur dedi ki...

Ekmekçi kız, nasıl ya? Sen mi sinemaya yüz vermezsin? Doğrusu şaşırdım bebeğim! (Şahika tonlamasında okunmalıdır) Korku filmlerine mi demek istedin ki acep?

Aşk var mı? E, vaaar (Bülent Ortaçgil tınısında okunmalıdır) Ondan sevmişsindir, evet:)

EKMEKÇİKIZ dedi ki...

Arzucum,

Şöyle demişim ya; "fantastik edebiyata da, sinemaya da"...
Sadece ve yanlızca "edebiyat" ile sadece ve yanlızca "sinema" değildi, kastettiklerim, bebişim.:))) Fantastikten ve özellikle "korku"dan uzak durduğumu şeytmek istemiş olmalıyım.:)

Bu vesileyle, şu TV dizileri nedeniyle senaryo yazmak işinin bu derece sömürüye açık hale getirilmiş olduğu düşüncesinde olduğumu da belirteyim.
Tatsız.:(

Arzu Çur dedi ki...

Yani korku ve fantastik türlerini edebiyatta da sinemada da tercih etmiyorsun ekmekçim kızım. ("Bu sefer anlamışım di mi?" demek için böyle yazdım:)

Ben korku için aynı şeyi söyleyemesem de fantastiğe gönülden bağlıyım. Masalları çok severim çocukluktan beri, ondan olmalı.

Evet, TV dizileri sayesinde senaryo yazarlarının karnı doymaya başladı. Buna ben içtenlikle seviniyorum. Ancak para ve ünün birarada olduğu her sektörde yaşanan olumsuz durumlar buraya da yansıyor maalesef.

ece dedi ki...

Korku filmlerine bayılırım, harika film olurmuş olsaymış... Belki olur kimbilir? ;)

Arzu Çur dedi ki...

Olmaz Ececim artik. Sonunu bile yazdik iste buraya:)Sonu belli korku filmini kim, neden izlesin, di mi?