8 Mayıs 2008 Perşembe

"Bor"dan Bilimkurgu

Anımsarsınız, birkaç yıl önce Türkiye'nin geleceğin enerji devi olacağına çünkü dünyanın en büyük bor yataklarının bu topraklarda bulunduğuna tam da bu yüzden ülkemizin işgal edileceğine dayanan kompile teoriler mail kutularımızda arz-ı endam eyliyordu.

Bir bilimkurgucu için ne malzeme ama! Elbette kaçırmadım. Daha ilk mail geldiğinde oturdum klavyeye bor sayesinde güya zenginleşmiş (ama her kapitalist sistem içi zenginleşmede olması gerekeceği gibi sınıfsal farklılıkları iyice abarmış) bir Türkiye'ye ilişkin bir romana başladım. İyiden iyiye kara bir bilimkurguydu aklımdaki. Yazarken yazarken sinirlerim bozuldu "Aman be," dedim, bıraktım.

Bırakmayan bir başkası Metal Fırtına'yı yazınca "Tüh," dedim ama. "Keşke ben de uğraşmak yerine böyle bir şey yazsaydım da biraz para kazansaydım. Fena mı olurdu?"

Buyurun efendim "bor"dan bi bilimkurgunun giriş bölümü sizlere.

Afiyet olsun:)

1.
TürkanT pahalı deriden seyahat çantasını yürüyen sandığa yerleştirdi. Sandık yerden iki üç santim yükselerek, gıcır gıcır bir Cadil Tri Light’a götürdü yükü.

KanKaan uzun zamandır arabada oturmuş, TürkanT’nin gelmesini bekliyordu. Kızgındı, sandığın getirdiği çantayı görünce iyice sinirlendi. Arabadan inip gökdelen topuklarının üzerinde salınarak yürüyen TürkanT’ye bağırdı:
“Ne bu böyle? Kaç kez söyledim sana, arabada dört kişi olacağız diye? Hem gideceğimiz yerde bu çantadakilerin yarısını bile giyemeyeceksin.”

TürkanT ellerini beline koyup İsti’nin pahalı genelevlerinden kalma geçmişini meydana çıkaran bir sesle tısladı:
“Tatil planı yaparken bana mı sordun? Ben mi istedim lanet olasıca Ana’ya gitmeyi sanki? Üstüme gelme, geri dönerim. Yalnız gidersin.”

Homurdanarak arabaya bindiler.
“Gerçek Amerikan konforuna hoş geldiniz” dedi yumuşak bir kadın sesi. “Gideceğiniz yeri belirtin lütfen”

KanKaan direksiyona yerleşti:
“Moda Cape’e gidiyoruz”
“Trafiğin en uygun olduğu yol Maslak Town - Beşinci Köprü. Bu yolu kullanacak olursanız yolculuğumuz onbeş dakika sürecek. Hava şu anda yirmi beş derece. Bir saat içinde yirmi altıya yükselecek. Moda Cape’de sıcaklık yirmi dört derece. Onbeş dakika sonra yirmi dört nokta iki derece olacak. Rüzgâr denizden esiyor. Isı ayarlamanız için Blue Star montanalarını tercih ediniz. Blue Star gerçek bir Amerikan Süper Devleti markasıdır. Hayatın tadını çıkarmak için buzlukta sizin için on iki derecede bekleyen koklarınızı için. Tüm dünyanın bildiği gibi kok en süper içecektir. Gerçek bir Amerikan klasiği.”
“Kumandayı bana ver” dedi KanKaan sabırsızca.

Bilgisayar sustu. Araba tam bir sessizlik içinde yola koyuldu.

KanKaan hala sinirliydi. Hiç konuşmadan yola bakıyordu. Sessizliği sadece TürkanT’nin şaklatarak çiğnediği sakız bozuyordu. Kankaan dayanamayıp patladı.
“Keser misin şunu? Sinir olduğumu bilmiyormuş gibi!”
“Ben de gerçek bir Amerikan markasıyım” dedi TürkanT silikonlu göğüslerini şişirerek. “Bana bağıramazsın!”

Ağzından sakızı çıkarıp, abartılı hareketlerle çöpe attı. Vakumlu çöp torbası hışırtıyla açılıp kapandı.

“Ne marka ya! Bir kez Play’de yer aldın diye başımıza Amerikalı kesildin.”
“Bir kez ya da on kez, ne fark eder? Menajerim pornlistte ilk yüzde olduğumu söylüyor. Talep de giderek artıyormuş.”
“Sen de bunun güzelliğinden kaynaklandığını sanıyorsun tabii”
“Ya neden olacaktı?”
“Filipinlilerin son zamanlardaki halini görmedin herhalde. Yüzlerine bakılır tarafları kalmadı, açlıktan eriyorlar. Japonlarla Amerikalıların fiyatları yüksek. E, hal böyle olunca meydan da size kalıyor tabii. Ayrıca kimsenin kabul etmediği pozları verdiğini de düşünürsek..”
“Bana baksana sen! Madem beğenmiyorsun ne demeye aldın beni? Sana gelene kadar kimler vardı listemde.”

KanKaan içini çekerek sustu. Kendisi de bilmiyordu neredeyse bir enerji santraline denk parayı bu kıza harcadığını.

Netten Pornlist’e girdiği bir gece seçtiği videolar içinde onunkine rastlamış, hakkında verilen bilgilerden Türk olduğunu, İsti’de yaşadığını öğrenince şaşırmıştı. Pornlist dünyanın en önemli fuhuş borsasıydı. Uzakdoğu ülkelerinden kızların egemen olduğu bu listede bir Türk’e nadiren rastlanırdı. BeyBey’i bir tarafa bırakacak olursanız İsti’de yaşayanlar fuhuşla uğraşmayacak kadar zengindi çünkü. BeyBey’dense listeye girecek güzellikte bir kızın çıkabileceğini düşünmek bile komikti.

Her ne kadar TürkanT yalanlasa da, menajer kızın toplam hisselerinin iki yıllık kira bedelini söylediğinde KanKaan’ın babasının kim olduğunu da bal gibi biliyordu elbet. Turkey’in en büyük bor yatakları bu ailenindi. Böylece, parayı almadan kızın yüzünü bile göstermemeyi beceren menajeri sayesinde TürkanT iki yıllık eşlik karşılığında iki milyon dolar kazandı.
KanKaan daha birinci ayın sonunda çoktan bıkmıştı ondan ama TürkanT’nin yapılan anlaşma sayesinde iyice yükselen piyasası ve elbette bunun kızın etrafında oluşturduğu ulaşılmazlık halesi KanKaan’ın anlaşmayı bozmasına engel oldu. O her zaman kazanmıştı. Şimdi tam da tüm İsti peşindeyken bu kızı bırakamazdı.

“Ah canım” dedi TürkanT, “Nasıl da susuverdin birden. Beni kaybetmeye dayanamazsın değil mi? Ama üzülme, ben seni zaten bırakmam.”

KanKaan zoraki bir gülümseme yerleştirdi yüzüne. Geçirdiği sekiz ayın sonunda, kavgadan asla bıkmayan biriyle beraber olduğunu çok iyi anlamıştı. Bu nedenle sessizliğinin böyle yorumlanması işine geldi. Zaten zor geçeceği kesin olan yolculuğun mümkün olduğunca belasız bitmesini istiyordu.

TürkanT, bir Kok alıp arkasına yaslandı. Uzun bacaklarını cama doğru uzatarak,
“MehWeş’ler hazırlanmıştır umarım. İlle de gideceksek, bir an önce bitirelim bari şu işi”
“Kim? MehWeş mi? Çoktan hazırdır o. Bunca yıldır yanımızda çalışıyor, bir dakika bile geciktiğini görmedim.”
“Daha önce başkalarıyla mı çalışıyordu bu kız?”

KanKaan bu kez içtenlikle güldü. Kızın cehaleti onu eğlendirmişti.
“Sen bu işleri gerçekten hiç bilmiyorsun değil mi? Daha önce başka yerde çalışması mümkün mü hiç? Bir eleman ömrü boyunca tek şirkette çalışır. Yıllar önce iş yasalarına konulmuş bir madde bu. Başka bir şirkete gidemez, yasal değil. Yasaları takmayan şirketler de var elbet ama bizden eleman alamazlar. Herkes çiplidir bizim şirkette.”

TürkanT’nin gözleri yuvasından fırlayacaktı neredeyse.
“Çipli mi? Gerçekten mi?”
“Neden o kadar şaşırdın? Bunu her büyük şirket yapar. Üstelik kimseye de bir zararı yok.”

TürkanT şimdiye dek, kendini KanKaan’dan daha üstün hissetmişti. Ne de olsa satıcı kendisiydi, KanKaan ise alıcı. Oysa şimdi aynı adam binlerce insanın ölüm emrini iki dudağının arasında tuttuğunu söylüyordu. Kızın güce saygı duyan yanı “hareketlerine dikkat et” emrini vermekte gecikmedi. KanKaan’dan korkulması gerektiğinin yeni yeni farkına varıyordu. Boğazını temizleyip kısık bir sesle sordu.
“MehWeş’te de mi çip var yani?”
“Tabii ki var. MehWeş benim sağ kolum, bütün işlerimi o takip ediyor. Onda çip olmadığını nasıl düşünürsün?”
“O biliyor mu peki?”

KanKaan kızdaki değişimi hissetmemişti. Sıradan bir işten söz edercesine anlattı.
“Çipli olduğunu mu? Elbette biliyor. Zaten bu çok eski bir hikâye. Babam MehWeş’i altı yaşında keşfetti. Bilirsin, okullarda yapılan bütün o testler. MehWeş’in IQ puanı çok yüksek, karakter özellikleri de gayet uygundu. Babam kızı kaçırmak istemedi, hemen şirkete aldı”
“Altı yaşında mı? O yaşta bir çocuk şirkette mi çalıştı yani? Ne iş yaptı peki?”

KanKaan bir kahkaha kopardı,
“Yok yahu elbette çalışmadı. Bak canım, bu büyük şirketlerin kullandığı bir yöntemdir. Geleceğimizi planlamak zorundayız. Sadece kendi geleceğimizi de değil üstelik, dünyanın geleceğini planlarız. Yaptığımız işte en önemli unsur çalışacak elemanlar. Bu nedenle genetik mühendisleri çalıştırır, istediğimiz özelliklere sahip çalışanlar yetiştiririz. Ancak bu yöntem her zaman olumlu sonuç vermiyor. Beklenenin aksine yetiştirilenlerde hastalık riski çok yüksek. Dolayısıyla asıl istediklerimiz, kendi başına gelişenlerdir. Doğa harikaları bunlar, değerlerine paha biçilmez. Onları bulabilmek için beyin avcılarımız okullarla sürekli irtibatta. Okulda gözümüzden kaçan, testleri yüksek sonuçlu çocukları bulup bize bildirirler. İşte MehWeş bunlardandı. Yani bizim ürettiklerimizden değil, kendi başına gelişenlerden. Büyüdüğünde ya bizim şirkette güçlü bir dost olarak ya da başka bir şirkette güçlü bir düşman olarak çalışacaktı. Böylece babam onu şirkete aldı. MehWeş şirketten burslu olarak okudu. Babamın isteğiyle termodinamik, nükleer enerji ve ekonomi alanlarında uzmanlaştı. Mezun olduktan sonra da benimle çalışmaya başladı. Anlayacağın altı yaşından beri çipli. O da bunu bilir ve sadece bir güvenlik olduğunu kabul eder. Başka bir şirkete geçmeyi düşünmediği sürece çipin ona bir zararı yok.”
“Altı yaşındaki bir çocuğa çip takmaktan bahsediyorsun. İnanamıyorum! Hadi, o zaman MehWeş küçüktü diyelim. Fakat ailesi buna nasıl izin verdi?”
“Ne demeye çalışıyorsun sen? Ailesi neden kabul etmesin ki? Bizim şirketten bahsediyoruz, dünyanın en büyük bor madenlerinden, neredeyse bu ülkenin yarısından. Çocuklarının bizim yanımızda çalışması için kafalarına çip taktırmaktan çok daha büyük fedakarlıklar yapacak binlerce aile var.”

KanKaan kızmıştı. “Biz canavar değiliz” diye devam etti konuşmasına. “Kızlarının geleceğinin garanti olduğunu söyledik, onlar da uça uça kabul ettiler.”
“Ya kabul etmeselerdi?”
“Böyle bir şansları yoktu.”
“Ama ya kabul etmeselerdi?”
“Bakıyorum bu konu bayağı ilgini çekti, fazla üstüme geliyorsun. Red Tayfası’dan mısın yoksa?”
“Pöh! Saçmalama! O serserilerle olamayacağımı sen de bilirsin. Fahişeleri yanlarına almazlar ki.”
“Alsalar, gideceksin yani?”
TürkanT, küçümsemeyle dolu bir kahkaha attı.
“Benim fiyatım çok yüksek, Red Tayfası bu ücreti ödeyebilir mi sence? Hem sen lafı dolandırmaya çalışacağına soruma cevap ver. MehWeş’in ailesi kızlarına çip takılmasına karşı çıksaydı, ne yapacaktınız?”
“Doğrusu bu başımıza hiç gelmedi. Gerçekten… Bunu düşünmedim bile. Ama bizim de önlemlerimiz var tabii. MehWeş başka bir şirkete bırakılamayacak kadar değerliydi. Sanırım yaşamasına izin vermezdi babam.”

TürkanT ağzı açık kalakaldı. BeyBey’in kenar semtlerinde başlayan hayatı boyunca, buna benzer pek çok öykü duymuştu. Ancak bunlar hayalet hikâyeleri gibiydi. Herkes anlatır, kimse gerçekten inanmazdı. Oysa şimdi gerçek oldukları söyleniyordu kendisine, hem de birinci ağızdan. Üstelik bu adam daha da ileri gidiyor, ailesinin kafasına çip takılmasını kabul etmediği takdirde altı yaşında bir çocuğun öldürülebileceğini söylüyordu.

“Ne o? Sustun bakıyorum? Korktun mu yoksa?”
“Hayır, korkmadım. Şaşırdım sadece. Anlattıkların…”
“Bak canım, anlattıklarım hep bilinen şeyler. Sana özel bir sır falan vermedim. Sen nerede büyüdün para aşkına? Hiç duymadın mı bunları?”
“Duydum ama inanmamıştım.”
“Eh, artık inan öyleyse. Bana da öyle canavar görmüş gibi bakma. Daha on dakika önce neysem hala oyum ben. Hatırladın mı?”
Yüzüne komik bir ifade vererek TürkanT’yi taklit etti
“Ben mi istedim lanet olasıca Ana’ya gitmeyi sanki? Kafamı bozma, geri dönerim. Yalnız gidersin!”
TürkanT kendini tutamadı, gülmeye başladı.
“Çok şirret bir karıyım ben, değil mi?”
“Öylesin! Ve buna bayılıyorum aslında.”
“Biliyorum”

TürkanT çapkınca uzun tırnaklarını Kankaan’ın bacağına geçirdi. Erkek yan gözle bir bakış atıp önüne döndü. Yol boyunca sıralanmış, İsti’nin göğünü karartan gökdelenlerin arasından hızla ilerlediler. Ucuz yollar denizin altına itilmiş, böylece güzel boğaz köprüleri kendisini görmeye hakkı olan zenginlerin hizmetine sunulmuştu. Bir zamanlar trafik sıkışıklığı denen curcunanın yaşandığına kimse inanmıyordu artık.

TürkanT, köprünün karşı kıyısında tüm azametiyle yükselen beşli gökdelen grubuna baktı. Yanında oturan erkeğin bu gökdelenlerin, gökdelenleri buraya diken servetin, ülkenin yarısını kaplayan bor madenlerinin biricik veliahdı olduğu düşüncesi buradan her geçişinde içini gıcıklıyordu.

“Fazla mı şirret davranıyorum ona acaba?” diye düşündü. “İki yıl sonra beni bırakmamasını sağlasam mı?”

Sonra “Boş ver” dedi, “Kim uğraşacak bu sıkıcı adamla? Hem iki yıl sonra Newark’da kim bilir ne kısmetler çıkacak karşıma”

Geçen gün yaptıkları ötegörüşmede menajeri sadece Pornlist’te yükseldiği sıranın müjdesini vermekle kalmamış, iki yıl sonraki sözleşmesini şimdiden bağladığını da bildirmişti. Kim olduğunu saklıyordu kızdan. “Fakat ismini duyunca dudağının uçuklayacağına emin olabilirsin.”

Aklında dudaklarını uçuklatacak bir erkek düşüncesiyle koltuğuna daha bir sağlam oturdu. Onu bulunduğu yere getiren yol, arabanın pahalı lüksünü gözünde daha bir değerli kılıyordu.

2 yorum:

şule dedi ki...

vay be. asmissin kendini arzu'cum. okumasi cok zevkliydi, sonrasini da paylassana bizimle, n'olur...

Arzu Çur dedi ki...

Sana bilimkurgu okutabilme zevkini kaçırır mıyım hiç Şule'cim?

Üç bölüm var hepi topu. Yayınlarım elbet. Yeter ki sen iste:)