2 Temmuz 2008 Çarşamba

Douglas Adams'a saygılarımla

Fantastik kurgu öykülerimden birinin bir bölümü aşağıdaki. Yazarken müthiş eğlenmiştim. Umarım siz de okurken eğlenirsiniz.


Buzul Öykü

1. Tanrıların Arabaları


Terranika’ya giden yol buzlardan geçer. Şovamigi’ye giden yol da buzlardan geçer. Bir zamanların cıvıltılı, kalabalık, yaşam dolu dünyasında şimdi yerleşilebilecek iki alan kalmıştır ve bu alanlara da adları umut ve başlangıç anlamına gelen iki kent kurulmuştur: Terranika ve Şovamigi. Bu alanların dışında, her yerde bu kahrolası buz vardır ve bu nedenle bütün yollar buzlardan geçer.

Madem ki adımız Tanrı’dır bizim ve bu dünyayı biz yarattık, istediğimiz yerden başlatabiliriz bu öyküyü. Biz buzu seçtik.

Pekala, pekala! Bırakalım bu kutsal kitap ağzını. Yeterince canım sıkkın zaten. Açık söylemek gerekirse gerçek bir seçim değil bu benim yaptığım Çünkü bir tanrı için yüz kızartıcı bir başlangıç yeri buz. Hele benim gibi sıcak havalara, pembe-yeşil ormanlara, ince, dantel gibi işlenmiş deniz kıyılarına, verimli ovalara, binlerce çeşitte canlıya meraklı bir tanrı için olacak iş değil. Ama ne yaparsınız ki, bazen tanrılar kendilerini bile şaşırtacak tercihler yapar. O zaman da -işleri düzeltmek için bile olsa- olmadık yerlerden yeni öyküler çıkar ortaya. Evet efendim, işte böyle.

Baştan söyleyeyim, bu buz denen şeyi yaratmayı isteyen ben değilim. Bir tanrısal kapris uğruna sevgili canlılarımı bu berbat dünyaya da mahkum etmiş değilim. Hemen çatmayın o yüzden kaşlarınızı. Tersine buzdan başlatmak bu öyküyü, bir anlamda aczimin de ifadesidir. Tek renkle yetinen, üşengeç tanrıların tercihidir buz.

Burada biraz duracağım izin verirseniz. “Tek renkle yetinen üşengeç tanrıların tercihi” dedim buz için. Benim kanaatim bu yönde ama bu konudaki büyük çalışmaları size aktarmamak hakkaniyete sığmaz, bana da hiç mi hiç yakışmaz. Öncelikle buz anlaşılabilir bir tercihtir aslında; bir üfleyişte bütün bir dünyanın dengesini yerli yerine oturtabilirsiniz. Sonra beğenmezseniz eritip yeniden şekil vermeniz de kolaydır. Canlı varlıklara bağrında yer vermede isteksiz davranışının dışında hemen hiç kaprisi yoktur. Ancak bütün övülesi niteliklerine karşın buz ile yaratıcı olmak arasında inatçı bir çizgi vardır. Buzun tanrılar arasındaki özel önemi de burada başlar işte.

Kimi sanatçı ruhlu tanrılar -laf aramızda biraz da kafayı yemiş olanlar- buzun doğasını değiştirip onu yaşam formüle edecek bir madde haline getirmeyi denemiştir. Bana kalsa bir sıcaklık verir, suya boğarım ortalığı, arkasından gelsin balıklar. Ama hayır efendim! Onlar tanrılıklarının son kertesinde kırılgandır önerilere karşı. Bunu bildiğimden hiç boş yere yorulup da ağzımı açmam.

Bir defasında zavallı Flazban bir Yeni Dünya Evrenimize Hoş Geldin Partisinde içkiyi fazla kaçırıp, bunlardan birine, hem de ne yazık ki buz fanatiklerinin en belalısı olan T’Hoddor’a, onun yaptığı buzdan dünyalar ve özellikle orada yaratacağım diye maskara ettiği zavallı canlılar hakkındaki gerçek düşüncelerini söylemek gafletinde bulunmuştu. Olanlar oldu. Ne oldu diyorsunuz. Bakın, siz hiç Flazban adında bir tanrı duydunuz mu? Duymadınız. Eh, sadece siz değil o partiden sonra hiç kimse bu adı duymadı.

Oysa zavallı Flazban biraz komik gelse de hepimize, ne güzel dünyalar yaratırdı. Burnundan halka halinde sabun köpükleri çıkaran sevimli devler, bir oturuşta koca bir kayayı yiyen göbekli kletofannariler, konuşmak yerine birbirlerinin ellerini tutarak anlaşabilen peri kızları, renk renk pasta cadıları, daha neler neler. Biraz duygusal davranırdı yarattıklarına karşı gerçi. Hepsi için ölümsüzlük talep etmeye kadar vardırmıştı işi giderek. Öylesine ağlayıp yakarmıştı ki yüce divanda, sonunda sırf sussun diye istediğini kabul etmek zorunda kalmıştık. Ama sonuçta öyle ya da böyle dediğini yaptırabilen, güçlü bir tanrıydı Flazban. Oysa şimdi bir peynir üretim çiftliğinde ustabaşı olarak çalışıyor. Ara sıra yaptığı peynirlerin konuşması dışında -ki bu da nadiren başına geliyor- tanrı denilecek hali kalmadı zavallının. Bazen yanına giderim gönlünü almak için. Onun için bir iki canlı yaratırım, eğlenir.

Neyse, diyeceğim o ki, buz hakkında ulu-orta konuşmamak gerekiyor her yerde. Kullanmak istemiyorsanız kendi bileceğiniz iş ama bu fikrinizi kendinize saklayın ve işinize bakın, derim ben.
Aslında evren çok büyük. Hem bakmayın büzüşmeci teorisyenlere, hiç ama hiç sonu gelmeyecek. Dolayısıyla hepimize yetecek kadar yer var yeni dünya denemelerinde bulunmak için. Bu nedenle buz gibi aşırı zevkleri olan tanrılara da pek sesimizi çıkarmayız genellikle. Bir de verdikleri partiler olmasa.

2 yorum:

EKMEKÇİKIZ dedi ki...

Böyle azar azar fantastik edebiyat eğitimi alıyorum, sayende.
:))

Arzu Çur dedi ki...

Sen de bana jazz pasla ödeşelim o halde. Olabiler mi?