30 Temmuz 2008 Çarşamba

Buzul Öykü-Son


3. Tanrısallık: Çoluk Çocuğa Karışma Faslı

Lanet olası Şovamigi’den lanet olası Terranika’ya gidiyorum. Bütün bu öyküyü mola verdiğim vadide, buzdan bir ağacın altında oturmuş eski günleri yad ederken anlattım size. Tims şeftali yemek istedi çünkü. Üstelik Şovamigi’deki şeftalilerden değil de Terrranika’dakilerden istiyormuş. Hayır, emin olun ki aralarında bir fark yok, ikisi de şeftali işte. Ama bunu Tims’e söyleseniz, size o can alıcı gülümseyişlerinden biriyle bakar ve şöyle der: “Ben Terranika’dan bir şeftali yemek istiyorum ama!”
O böyle söyleyince siz de isteğini çok mantıklı buluverirsiniz. Sonra buzlarla dolu bu garip vadide, buzdan bir ağacın altında aklınız başınıza gelir ve evrenin şeftaliler, şaraplar ve arabalarla dolu bir gizem olduğunu düşünmeye başlarsınız
Bazen diyorum ki, acaba Tims o gün benim yanımda yer almasaydı da, ben T’Hoddor’la kavga etmek zorunda kalsaydım ne olurdu? Belki yenerdim T’Hoddor’u. Üç başlı kamçısını bir güzel yutturur, kaynadamlarının ağzından alev alev birer yanardağ patlatırdım. Belki de her şey tatlıya bağlanırdı. Barışır, Fantina’nın partisinden geri dönüş yolunda şarap kadehlerimizi tokuşturup dedikodu ederdik diğerleri gibi.
Ama böyle olmadı. O gün T’Hoddor’a “Ne istersen yaparım” dediğimde, kaderimi değiştirdim. Bir zamanlar kendi ellerimle yarattığım, nefesimle pembeye boyadığım güzelim dünyayı buza çevirdim.
Adı Mewurpuydl’du buranın. En sevdiğim dünyamdı. Gençliğimin en ateşli çağlarında yaratmış, özenle işlemiştim her ayrıntısını. Meyve ağaçları vardı en çok, uzaya çıkmayı başarabilecek denli zekileşmiş bir canlı türü ve binlerce irili ufaklı başkaları. Şimdi altında oturduğum şu buzdan ağaç örneğin -ağaç bile denmez ya artık, buzdan bir ağaç heykelidir şimdi kendisi- bir zamanlar üç ayrı cins meyve verirdi. Dallarında rengarenk kuşlar, böcekler konaklardı. Oysa şimdi sadece karlara açıyor gövdesini, sarkıtlar sallanıyor dallarından meyve yerine.
T’hoddor’a “Ne istersen yaparım” demeden önce Tims bir şeftali isteseydi benden, böyle donaraktan yollara dökülmezdim, envai çeşit ağaç yaratırdım bir göz kırpışımla.
Oysa böyle olmadı. T’Hoddor’a “Ne istersen yaparım” dedim ve o da bana “Ne istersem mi?” dedi. “Evet” dedim ben, en coşkulu halimle. “Değil mi ki Tims boynuma sarıldı ve değil mi ki kendisini tehlikeye atarak korudu beni, ne istersen yaparım. Bunlar senin sayende oldu soylu tanrı.”
“Mewurpuydl” dedi bana.
İçim cız bile etmedi dersem inanın, Tims’e duyduğum sevgi o denli kör etmişti gözlerimi.
“Tabii ki senindir. Al, ne istersen yap.”
“Yok,” dedi. “Ben orayı almak falan istemiyorum, seni gidi kendini beğenmiş! İstesem daha güzelini yaratırım. Ne yapayım o çirkin yeri? Ben, senin Mewurpuydl’da yaşamanı istiyorum.”
“Ama bunun neresi ceza ki?” dedim aptal aptal. “Ben Mewurpuydl’u çok severim. İstediğin orada kalıp asla çıkmamamsa da kabul ediyorum, hem de sevinerek”
“Bir tanrı olmayacaksın ama oradayken.”
“Tanrısal yeteneklerini elinden almayacaktık hani? Bana söz vermiştin.” diye atıldı Tims.
“Hayır, hepimizin sevdiği,” dedi T’Hoddor, Tims’e. “Hayır, sana verdiğim sözü elbette tutacağım. Terrabikka kardeşimizin tanrısal yetenekleri umurumda bile değil. Hoş, zaten pek de yetenekli olduğu söylenemez ya, neyse. Tam olarak şöyle açıklayayım Terrabika’dan istediğimi: Mewurpuydl’u buzlarla donatacak öncelikle. Sonra da tanrısal güçlerini işe karıştırmadan buzdan bir canlı yapacak. Bir tek canlı, istediğim sadece bu işte. Yaratsın onu ve bitsin cezası.”
Bakın, biz tanrılar pek çok kötü şey yapabiliriz. Yalan söyleyebiliriz, hırsızlık yapabiliriz, binlerce canlıyı bir anda gözümüzü bile kırpmadan yok edebiliriz. Fakat verdiğimiz bir söz varsa ortada, asla geri dönmeyiz. Ne pahasına olursa olsun tutarız sözümüzü. Bu nedenle, T’Hoddor’un istediğini bir tanrıyken yapamadığım gibi, bir yaratılmışın yetenekleriyle asla yapamayacağımı bilsem de “Ne istersen” dediğim için gıkımı bile çıkaramadım. O anda tanrısal yaşamımın sona erdiğini anladım. Evet, Flazban gibi unutuşun pençesinde kıvranmayacaktım, tanrı olduğumu anımsayacaktım ama sorarım size, bu daha kötü değil miydi? Kılını bile kıpırdatamamakla cezalandırılmış biri, tanrı olsa ne fark eder?
Böylece Mewurpuydl’a geldim. T’Hoddor’un istediği gibi bütün dünyamı buza çevirdim. Tek başıma oturup baktım sonra ve sonsuz cezamı tamamlamak üzere ellerimi kullandım.
Ellerim pek de işe yaramadı elbette. Ancak yaptığım seçim bir işe yaradı. Tims beni ziyarete geldi bir gün.
“Zavallı Terrabikka,” dedi. “Buzdan bir canlı yaratamayacağını biliyorsun değil mi? Hele de bu haldeyken.”
“ Uğraşıyorum,” dedim ben de ona. “Biraz zor olacak ama zamanım çok ne de olsa. Olasılık hesaplarını hatırla. Diğer yandan canlılarımla uğraşmaktan da kurtuldum. Altın yumurtalarla, doymak bilmeyen penguenlerle ya da balıkçıların istekleriyle başım ağrımıyor artık. Bu hiç de fena sayılmazmış, biliyor musun?”
“Bak ne diyeceğim, hazır bol bol zamanın varken neden biraz bir şeyler yaratmıyoruz birlikte?”
“Ben yaratamam ki,” dedim boynumu büküp. “Biliyorsun, cezalıyım.”
“Of, ne taş kafalı olmuşsun görmeyeli! Öyle değil aptal şey. Hani yarattıklarımızın yaptığı gibi. Anlıyor musun?”
Anlamaz mıydım? Biz tanrıların canlılarımıza verdiğimiz en büyük hediyeydi kendilerine benzer canlılar yaratma keyfi ve şimdi canım Tims, bunu birlikte yapmayı öneriyordu bana.
Binlerce farklı yaratma yöntemi geliştirdik. İpek kanatlı sapposlara dönüştük, çifleştik. On iki vantuzla birbirlerine yapışan ve on iki yıl böyle kalabilen gagiler gibi yaptık. Flört dönemleri bin yıl süren utangaç obuzziler gibi, aşklarının türküleriyle birbirlerini tavlayan pul kanatlı sazmyeller gibi, doymak bilmeyen iştahlarıyla koca göbekli kettsmeler gibi kur yaptık birbirimize. Denizde, havada, karada, her yerde, binbir kılıkla, binbir değişik duyguyla seviştik.
Bundan sonrasını kısa keseceğim izninizle, çünkü mutluluğun söyleyecek fazla sözü yoktur.
Tims bir süre sonra yanıma yerleşti. “Benim canlılarım başının çaresine bakmayı bilir nasılsa” diyordu. “Hem seni burada yalnız bırakmaya kıyamıyorum”
Şovamigi’yi ve Terranika’yı yaptı bizim için, içine canı ne çekerse onu doldurdu. Cezalı olan Tims değildi ki. İstediğini yapabilirdi o, kim karışır?
Eh, gördüğünüz gibi tanrıydım bir zamanlar, şimdi ise sevişmekten başka bir işe yaradığım yok. Peki, buna üzülüyor muyum dersiniz? Tabii ki hayır.
Evet, Tims giderek daha fazla talepkar davranıyor. Şeftaliyi oradan değil de buradan istiyor. “Canım biraz yalnız kalmak istedi” deyip beni Terranika’daysak Şovamigi’ye, Şovamigi’deysek Terranika’ya gönderiyor. İkide bir “Benden sıkıldın artık” diyor, bin bir şaklabanlıkla sevgimi göstermek zorunda bırakıyor beni. Ama o güzelim kirpiklerini kırparak ya da solungaçlarını oynatarak ya da o anda hangi canlıya dönüşmüşsek onun en güzel yerleriyle bir şeyler yaparak yeni canlılar yaratmamızı istediğinde, bunun tanrısal yaşamım boyunca yaptığım en iyi seçim olduğunu düşünüyorum.
Sadece seviştiğimizi söylüyor bana, yaratmak tanrılara özgüymüş. Pöh, kim takar? Ne derse desin adına, yaptığımız bu işten öyle keyif alıyorum ki. Ulu evren adına yeminler olsun, yarattığım hiçbir canlı, bedenimle yarattıklarım kadar sevindirmemişti beni.


Hiç yorum yok: