5 Eylül 2008 Cuma

Ejderha Günü

Günaydın herkese. Ne güzel bir sonbahar yaşıyoruz değil mi? Umarım biraz uzun sürer İstanbul'un en güzel mevsimi. En azından koltuk değneğini atıp rahatça yürüyebileceğim zamanlar başlayana dek sonbahar beni beklesin dua edin de ne olur. Bu ışık, bu hoş serinlik ve yakmayıp ısıtan güneş altında bir kaç gün uzun yürüyüşler yapabilmeyi çok istiyorum.

Bugün buraya eklemek için üç yıl önce Picus dergisinde yayınlanmış bir yazıyı seçtim. Dergi bir fantastik kurgu dosyası hazırlamış, benden de bir yazı istemişti. Ben ejderhalar üzerine yazmayı tercih ettim.

İyi okumalar.



Ejderhalar Yaşıyor!

Kırmızı, altın, yeşil, kahverengi, boz.... Ejderhalar yüzyıllardır gökyüzünü süslüyor düşlerimizin yaşadığı o yerde. Rüyalarımıza giriyor, masallarımızda başköşeye kuruluyor, yıldız takımlarına isim oluyorlar. Prensesleri kaçırmak, şövalyelerle savaşmak, köyleri basıp yakmakla uğraşıyorlar batıda, bolluk ve bereket simgesi sayılıyorlar doğuda. Dünyanın her kültüründe var ve gerçeklik denen tatsız evrende yoklar.
Ejderha Ortadoğu kökenli bir sözcük. Farsça’da ve ortak kök olan “aji”yle Kürtçe’de var. Çincesi long. Eski Türkler –büyük ihtimal Çince’den mülhem- luy, luu, lu ya da ulu dermiş kendisine. Batı dillerine ise Yunanca’da “büyük yılan” anlamına gelen “drakon”dan teşrif etmiş. Japonlar Çince’den değil Yunanca’dan geçen kullanımı tercih ediyorlar, daragon. Biz de Orta Asya’dan göçüp Orta Doğu’ya yerleşeli beri ejderha diyoruz. Ejderhaların sadece ismi değil, onlar hakkındaki görüşlerimiz de büyük ihtimalle aynı göçün sonunda değişmiş.
Çin kültüründe ejderhalar bolluk, bereket iyilik simgesi olmakla kalmayıp dünyanın yaratılışında da önemli bir role sahipken, Ortadoğu’da yılanlara yüklenen olumsuz anlamla birleşerek kötü varlıklara dönüşmüş, Avrupa’da anlatılan masallarda da aynı kötülüklerine devam etmişler. İşte, benim çağdaş masal olarak düşündüğüm ve çok sevdiğim fantastik kurgu türünün ilk büyük yapıtında, Hobbit’te yer alışları da bu bakış açısının direkt bir yansıması.
Hobbit’in kötü ejderhası Smaug kocaman bir hazinenin üstüne yatmış, burnundan alevler çıkaran, korkutucu, çirkin bir yaratık olarak çıktı karşımıza. Bu büyük yapıtta yer alma şerefine nail olan ejderhalar da geçmişin artık pek yüz vermediğimiz masallarında kalarak derin bir unutuluşla yok olmaktan kurtulup hayal dünyamızdaki yerlerini yeniden sağlamlaştırdı. O günden sonra bir yazar ne zaman olmayan bir ülkeyi kurgulasa bir ejderhayı barındırabileceği bir yeraltı mağarası, bir dağ ya da bir ada koyuvermeyi ihmal etmedi yapıtına. Böylece ejderhalar da yaşayan canlılar gibi evrim geçirdi, değişti.
Örneğin Michael Ende’in Fantazya’sında Atreju’nun dostu beyaz uğur ejderhası Fuchur’un “iğrenç dev yılanlar gibi derin yeraltı mağaralarında yaşayan ve pis kokular yayarak herhangi bir gerçek ya da sözüm ona varolan serveti koruyan alışılmış ejderhalar ya da canavarlarla”[1] bir benzerliği yoktur. Uçmak için kanatlara da ihtiyacı yoktur. Göklerde bir balığın suda süzülmesi gibi uçar. Bedeni sedef rengi pullarla kaplıdır, sesi kocaman bir çanın altın çınlamasına benzer. Fuchur, benim en sevdiğim ejderha, Bitmeyecek Öykü ise harikulade bir kitap içinde kitap içinde kitaptır.
Yerdeniz’in en yaşlısı Kalessin ise Fuchur’dan farklıdır. Fuchur kendisini korkunç Ygramul’dan kurtaran Atreju’ya ismini söylemiş olsa da, Yerdeniz’in adalardan oluşan diyarında hiçbir aklı başında ejderha ismini birine vermez. Çünkü oralarda birinin gerçek ismini bilmek ona istediğiniz her şeyi yapabileceğiniz anlamına gelir.
Ursula K. Le Guin’in Yerdeniz’inde insanların bir gündelik ismi, bir de doğumundan sonra bir büyücü vasıtasıyla “onlara gelen” gerçek ismi vardır. Bu ismi ancak en yakınlarınız bilir. Gerçek ismi bilmek gerçek gücün ve büyünün kendisidir. Yerdenizli büyücüler Roke adasındaki büyücülük okulunda bin bir zorlukla kadim lisanı öğrenmek zorundadırlar büyü yapabilmek için, oysa bu lisan ejderhaların anadilidir. Kızıl-altın pullara, hiddetli bir nefese, yelken gibi kanatlara sahiptir ejderhalar. Dokunuşları yakıcıdır ve isterlerse bir insan görüntüsüne bürünebilirler.
Yerdenizli ejderhalar insanları sevmez ama bunun önemli bir nedeni vardır. Bu nedeni Ursula K. Le Guin yıllar sonra yeniden Yerdeniz üzerine yazmaya başlayınca bulur, bize de anlatır: “Uzun zaman önce, insanlar ve ejderhalar bir cinsmiş, aynı lisanı konuşurmuş. Fakat farklı şeylerin peşindeymişler o yüzden ayrılmaya karar vermişler – farklı yönlere gidebilmek için.”[2]
Yerdenizli ejderhaların önemli bir özelliği olan insana dönüşebilme yeteneği, bir başka fantastik kurguda, Ejderha Mızrağı’nda da karşılaştığımız bir motiftir. Solamniya Şövalyeleri’nin ilki ve en büyüğü olan Huma, bir kıza aşık olur. Ancak kız gerçekte bir ejderhadır. Gümüş bir ejderha.
Margaret Weis ile Tracy Hickman ikilisinin Ejderha Mızrağı serisi Kyrnn adını verdikleri dünyada geçer. İkili bu dünya üzerine pek çok kitap yazar. Her biri gözünüzde canlanabilecek denli gerçekçi (fantastik kurguda “gerçekçilik”ten söz ediyorum, evet ve inanın bana ne dediğimin gayet farkındayım) ele alınmış kahramanları çok sevilir. Ejderha Mızrağı’nı diğer fantastik kurgulardan ayıran her kahramanda bir parça karanlık, her anti kahramanda da bir parça ışık olmasıdır.
Aslında hepimiz isteriz sadece ak ve karadan oluşmasını dünyanın. Kötülerin mutlak kötü olmasını ve iyilerin de onlara haddini bildirmesini. Ancak ne bu dünyada ne de Kyrnn’de ne yazık ki bu mümkün değildir. Karanın neden ve nasıl kara olduğu Ejderha Mızrağı’nda sürekli deşilip duran bir sorudur. Bu nedenle Kyrnn’li ejderhalar da insanlar gibi iyiler ve kötüler olarak ikiye ayrılamaz.
“Türküsü dökülürken ağzından, göklerin yağmuru,
gözyaşı gibi, işittin bilgeyi,
yılların ve Ejderhamızrağı’nın Yüce Söylenceleri’nden
unutulmuş öykülerin tozunu temizlerken.
Çünkü hatıraların ve sözün ötesindeki derin çağlarda
dünyanın o ilk nazarında
üç ay, yükselirken ormanın bağrından
ejderhalar, korkunç ve kocaman,
Savaşmışlardı Kyrnn denen dünyada.”[3]
AnneMcCaffrey’in ejderhaları ne gerçek ne de hayal dünyasına aittir. Bilimkurguyla fantastik kurgunun arasında bir yerde, Rukbat yıldızının dünyaya çok benzeyen bir gezegeninde yaşarlar: Pern’de. Ejderhalarını bu dünyada bulamayınca başka bir gezegene giden Anne McCaffrey insanlar tarafından kolonileştirilen ancak daha sonra merkezle bağlantısı kesilen bu gezegende bir Orta Çağ toplumu yaratmıştır. Ejderhalar binicileriyle birlikte weyr denilen büyük mağaralarda yaşar ve bu kez insanları yemeyi, köyleri yakıp yıkmayı bir yana bırakın, gezegeni “iplik”ten ve ölümden kurtaracak asıl kahramanlar onlardır.
Böylece ilk kez bir fantastik kurguda, gelişmeleri insan eliyle sağlanan canlılar olarak karşımıza çıkar ejderhalar. Pern’in komşu gezegeni Kızıl Yıldız çılgın bir yörüngeye sahiptir. İki gezegenin birbirine çok yakınlaştığı hadid noktasında iplik denilen organizma Kızıl Yıldız’dan Pern’e geçmeye çalışır. Düştüğü yere yuvalanıp hızla üreyen, yakıp kavurarak tüm yaşamı yok edebilen bu tehditle baş edebilmek için koloniciler gezegende yaşayan ve masallardaki ejderhalara çok benzeyen canlıları genetik müdahalelerle büyütür ve ehlileştirirler. Bir ejderha ne kadar ehlileşebilirse elbette.
Pern’li ejderhalar zamanda ve mekânda yolculuk yapabilir, dünyalı adaşları gibi ağızlarından ateş çıkarır, ipliği havadayken yakarak Pern’e düşmesini önlerler. Çok daha önemli olan bir başka özellikleri de, bir insan tarafından etkilenmeleri halinde telepatik iletişim kurabilmeleridir. Etkilendikleri ve etkiledikleri insanla aralarında ölene dek sürecek bir bağ kurulur ayrıca. Öyle ki, biri öldüğünde diğeri de ölür.
Bütün bu kitapların ortak özelliği ejderhaların en az insanlar kadar önemli birer roman kahramanı olarak karşımıza çıkmasıdır. Anlatılarda kendilerinden korkulsa bile hep saygı duyulması gerektiği tekrar tekrar anımsatılır.
Ursula K. Le Guin “Amerikalılar ejderhalardan neden korkar?” diye sorar ve şöyle yanıt verir: “Çünkü fantezi gerçektir. Gerçekten yaşanmış olayları anlatmaz ama gerçeği anlatır. Çocuklar bilir bunu. Büyükler de biliyor, bildikleri için korkuyorlar. Fantezilerin gerçeği, hayatlarındaki yalanları tehdit ediyor çünkü; hayatlarını üzerine kurdukları yanlış, sahte, gereksiz ve fani ne varsa tehdit ediyor. Ejderhalardan korkuyorlar çünkü özgürlükten korkuyorlar”[4]
Sadece ejderhalar için değil, aslında çocukları korkutmak için kullandığımız her masal yaratığı için geçerlidir bu.
Her şeyin açıklandığı, bilinebilir olduğu bir dünyada yaşıyoruz artık. Ejderha mitinin nereden doğduğunu da açıklayabiliriz. Pterodactyl fosillerini müzelerde sergileyebilir, yılanlardan neden korktuğumuza ilişkin psikolojik açıklamalarla birleştirip “Ejderhalar yoktur, hiç olmadılar” diyebiliriz. Elbette diyebiliriz bunu, kimse aksini iddia etmiyor ki zaten. Devlerin, cücelerin, perilerin, cinlerin, uçan atların olmadığını da biliyoruz hatta. Fakat onları kullanarak başka bir şey anlatıyoruz. Bu dünyada nasıl yaşanması gerektiğine ilişkin bir şey. Şimdi yaşadığımız hayattan daha farklı, daha uygun bir hayat. Ejderhalar bunu simgeliyor işte. O yüzden vazgeçmiyoruz bu hiç yaşamadığını bildiğimiz varlıklardan. Biz yaşıyoruz ama biliyoruz ki hayatımız uçsuz bucaksız zamanın içinde bir andır. Oysa ejderhalar gerçekte var olmasalar da binlerce yıldır bizimle yaşamakta.
Çünkü ister kötü tarafta yer alsınlar ister iyi tarafta, ejderhalar hep başına buyruk ve özgürdüler sonuçta. İşte biz de bunu seviyoruz.


[1] Bitmeyecek Öykü, Michael Ende, Ren Yayınevi
[2] Öteki Rüzgar, Ursula K. Le Guin, Metis Yayınevi
[3] Güz Alaca Karanlığının Ejderhaları, Margaret Weis-Tracy Hickman, Arka Bahçe Yayıncılık
[4] Kadınlar, Rüyalar, Ejderhalar, Ursula K. Le Guin, Metis Yayınları, içinde “Amerikalılar Ejderhalardan Neden Korkar?”

6 yorum:

Adsız dedi ki...

Selamlar,

Ejderhalar hakkında bir çok yazı hazırlanmıştır aslında. Lakin bu şekilde bir bakış açısı ile daha önce hiç karşılaşmadım. Diğer yazıları normal şekilde okup geçmeme rağmen bu yazıyı okuduktan sonra, dönüp bir kez daha okudum. Neden derseniz ejderhaların özünü bu kadar iyi yansıtabilen yazıyı hazmetme duygumdur.

Bir çok insan fantastik okur, yorumlar yapar yahut aklında kalan bazı yerlerden küçük notlar çıkarır. Bazı insanlarda vardırki okuduğu kitabın özünü kavramış olur. Sanki okuduğu kitapları, hazırlayacağı yazı için okumuşta böyle ayrıntılı ve derinden irdeliyici şekilde yansıtabilmesine seviyesine erişmiştir. İşte bu yazıda bunlardan biri. Okukerken, o seriler tekrar tekrar gözlerimin önünden geçti. Yazarlardan alıntılar ayrıca güzellik katmış.

Yazıyı hazırlayan arkadaşımıza tekrar tekrar teşekkürler. Umarım fantastik ile ilgili yazıları burada kesilmez.

Devamının gelmesi dileğiyle...

Arzu Çur dedi ki...

Hakan, selam:)

Çok teşekkür ederim yorumun ve beğenin için. Aslında ben "üstüne yazı yazmaktan" çok fantastik yazmayı seviyorum. Ama neden olmasın, yine aklıma bir parantez takılırsa içini deşmek için yazarım.

Bu arada ilginç bir durum, bu yazıyı yazarken "ejderhalar gerçekten yaşadı mı?" sorusu kafama epey takılmıştı. Epey de araştırmıştım. Şimdi sitemeter'a baktığımda bu soruyu soran ne çok kişi olduğunu görüp güümsüyorum.

Dostlukla,

Hakan Tunç dedi ki...

Tekrar selamlar,

Yazıyı okuduktan sonra hevesle diğer bir kaç yazına baktım. Fantastik dışı olaylar -şu an için- pek ilgimi çekmesede bir kaçına göz atabildim. Buradan anlayacağımız sonuçta; bir konuyu sadece bilmek değil, diğer okuyuculara anlaşılabilir bir şekilde nakletmek. Ve sende bu yetenek oldukça fazla. :)

Ayrıca profiline göz attımda, fuarda "alacağım alacağım" diye tutturduğum fakat nihayetinde alamadığım "1002 Gece Masalları"ndaki yazarlardan biri olduğunu görüyor ve aklıma takılan "böyle yazılar içinde, nereden çıktı bu fantastik inceleme?" sorusuna yanıt bulmuş oluyorum. Metis'in sitesinde daha önce okuduğum tanıtımdaki Arzu Çur'un yazısını okuduğumu anlıyor daha bir mutlu oluyorum. :)

Ejderhalar konusuna geri dönersek bu bahsettiğin serileri asıl kaynaklar olarak gösterebiliriz. Özellikle dediğin gibi Hobbit sayesinde ejderhaların değeri fantastik romanlarda bir kez daha yükselmiş oldu. Nekadar ukala yaratıklar olarak da gösterilseler serilerde, büyücüsüz bir roman düşünemeyen bizler, ejderhasız oluşturulan bir evrende de fantastik roman gözüyle bakmakta pek zorlanırız. (Burada olamayacağını ifade etmiyorum tabii, sadece -bazılarımız- büyük bir boşluk hissederiz...) Şu anda dilimizde sırf ejderhalara ait pek fazla bilgi bulunmasada serilerden derlenmiş birkaç bilgi ile ön bilgiye sahibiz. Bazı arkadaşlar bu konuda çalışma başlatmışar hatta, ejderhalar hakkında oldukça geniş bilgi veren kitap çıkarmayı düşünüyorlar. Eğer basıcak yayınevi bulamazlarsada e-kitap olarak sunacaklar biz meraklılarına.

Nacizhane önerimi sunarsam eğer, Weis ustanın Dragonvald serisinide tavsiye ederim. Sadece insan ve ejderhaların yaşadığı bu evrende eminmki bu kadim yaratıklar hakkında daha fazla bilgiye sahip olunabilir. Anne McCaffrey'in Pern'de yaşanan olaylar serisini okuyamadım henüz fakat bahsettiğin insanlarla telepatik iletişim yolu Christopher Paolini'nin Miras Üçlemesine oldukça benziyor. Fakat bu konuda en beğendiğim ve saygı gösterdiğim pek tabii Yerdeniz serisidir. Ursula K. Le Guin'in anlatımı, farklı bakış açısı, olaylara giz katarak yaklaşması beni ayrıca etkilemiştir.

Not: İlk yorumu yapan Hakan ile aynı şahsiyet olmakla birlikte uzun süredir blogspot'a girmemenin verdiği unutkanlıkla özür diliyorum. :))

Saygılarımla...

Arzu Çur dedi ki...

Dragonvald'ı okumadım. Aslında düşündüm de bayağı uzun bi zamandır fantastik okumadım. İyi ki anımsattın. Dur pazartesi bi fantastik öykü daha ekleyeyim bu bloga.

Tüm önerilerin için pek çok teşekkürler:)

Sevgiler,saygılar,

DarLy OpuS dedi ki...

Ellerine sağlık öncelikle. Çok beğenerek okudum yazını. Okudukça hatırladım, hatırladıkça mutlu oldum.

Herkesin yorum yapabileceği, ortak bir fantastik kurgu kültürüne sahip olmak çok güzel bir şey. Sen de bu kültürün en önemli motiflerinden birisi olan Ejderhalar'ı çok güzel anlatmışsın. Tam yerlerinde, en can alıcı noktaları alıntılayarak, tadı uzun süre damaklarda kalacak bir yazı hazırlamışsın.

Tekrar ellerine sağlık, tebrik ediyorum. :)

Arzu Çur dedi ki...

Sevgili DarLy OpuS;

Fantastik kurgu ve bilimkurgu okurlarının aralarında bir nevi kardeşlik hissi olduğunu bu blogda bir yerlerde yazmıştım (Linki vermek için yazıyı aradım ama bulamadım maalesef) Neyse, asıl ben teşekkür ediyorum bu yorum için. Böyle bir keyif verebilmişsem sana, ne mutlu bana.

Sevgiler,